Avrupa, Türkler'i İstanbul'un fethinden dolayı hiçbir zaman affetmeyecektir. Bizans'in gözdesi, Doğu'nunRoma'sı İstanbul'un kaybı, fetih tarihinden yüzlerce yıl sonra öfke, hüzün ve serzenişle hatırlanmaya devam edecektir. Avrupalı yazarlar, Türkler'in yükselişini izah etmek için sayısız girişimde bulunacak, sonlarının gelmesi için de en beklenmedik tarihî kurgulara başvuracaklardır.
Sayfa 122Kitabı okudu
Avrupa'nın Osmanlı/Türk imajını oluşturan tarihi olaylar arasında İstanbul'un fethi, Kanûnî Sultan Süleyman'ın dillere destan devlet adamlığı ve zenginliği, yenicerilerin askerî cesareti yahut haremlerin "gizemli dünvası" kadar, Osmanlı tarihinin en hazin hadiselerindenbiri de yer almaktadır. Bu, XV. yüzyılın ikinci yarısında bütün Avrupa'da konuşulan Cem Sultan olayıdır. Türkler arasında da yüzyıllar boyunca nedametle konuşulan Cem Sultan hadisesi Avrupa'da büyük yankılar uyandırmış, Osmanlı-Avrupa ilişkilerinde yabana atılamayacak bir rol oynamıştır.
Sayfa 119Kitabı okudu
Reklam
Hafız’ın şerhlerinin en alâsını da Türkler yapar ve hatta Türklerin 15. asırda fethedip de Müslümanlaştırdığı Bosnalılar daha da iyisini yapar; çünkü Bosnalılar bu havalinin Prusyalıları gibi adamlardır; neye el atsalar sonuna kadar iyi götürürler, bu işin de içine iyi girmişlerdir.
İlk bin yılda Türk tarihinin ana ekseni Asya'da dönmüştür. İkinci bin yılda özellikle Osmanlı çağlarında küresel bir hegemoni peşinde olması ve üç kıtaya yayılmasına rağmen, jeopolitik yayılmanın siklet merkezini Avrupa oluşturmuştur. İkinci bin yılın son iki yüzyılında ise amaç jeopolitik yayılım olmaktan çıkmış, Atatürk'ün kısa süren yönetimi hariç, Avrupa'ya ilhak politikası şeklini almıştır. Üçüncü bin yılın başında, Türkler için amaç ne Asya jeopolitiğine dönüş ne Avrupa'ya ilhak olabilir. Olabilecek ve olması gereken, Avrasya'da konsolide olmayı sağlayacak bir jeostratejinin izlenmesidir.
Müslüman Türklere "vahşet" isnat edenler, onları kıskanan­lar ve çekemeyenlerdir. "Bu milletin Balkanlar'da ve Avrupa'da vahşet göstermiş olduğu" iddiası, iftiraların en iğrencidir. Müslüman Türkler, Avrupa'ya mazbut bir din ve gayet mükem­mel bir devlet teşkilatları ile gelmiş, yerleştikleri ülkeleri medenileştirmişlerdir. Çiro Truhelka
Sayfa 6 - Nesil Yayınları, 15. Baskı, Nisan 2008Kitabı okuyor
En eski ve devamlı topluluklardan biri olan Türkler aşağı yukarı dört bin yıllık mazileri boyunca Asya, Avrupa ve Afrika kıt'alarına yayılmış büyük bir millettir.
Reklam
Hiçbir Avrupa gazetesi, Ermenileri imha etmek isteyen aynı Jön Türklerin Yukarı Ermenistan’da yaşamakta olan Kürtleri evlerinden ve yurtlarından sürdüklerini haber yapmadı. Ermeniler gibi Kürtler de Rusların yanında saf tutacak güvenilmez unsurlar olmakla itham ediliyordu. Kürtlerin Çapakçur, Antep ve Muş bölgeleri ile Erzurum ve Bitlis
Osmanlı İmparatorluğu modern Avrupa devletlerine göre geri kalmaya başlayıp "Avrupa'nın hasta adamı" haline gelince ötekiler, Türk ve en önce Müslüman olmayanlar kendi devletlerini kurma ya da yeniden kurma çabasına giriştiler. Ötekiler –artık gayet iyi bilinen ve tanınan biçimde– daima ötekiler olarak kalmışlardı, çünkü Osmanlı padişahları onları Müslüman ve Türk kimliğine sokmayı asla hedeflememişlerdi Osmanlı iktidarı Virgilius'un Romalılarına "Parcere subiectis et debellare superbos" ifadesiyle seslendiği kesinlikle uzlaşmacı olmayan ama pratik tutumla kendi intikamını alabilirdi Romalılar en azından imparatorluklarının batı bölümünü derinlemesine Romalılaştırmayı başarmışlardı. Oysa Türkler bunu denemediler bile. Bunun nedenleri farklıdır ama temelde dini olanı dikkate alınmalıdır: Romalılar, egemenlikleri altındaki halklar gibi (Yahudiler dışında) kavramsal olarak hafif ve kucaklayıcı olan ama pratik ve siyasi düzlemde karmaşık ve baskın bir dine sahiptiler; semavi dinlerse tarih içinde son derece güçlü dışlayıcı kimlikler yaratmak konusunda kusursuz olduklarını ortaya koydular. Sonuç olarak, Osmanlı iktidarı bütünleşmeyi değil, birlikte yaşamayı hedeflemiş ve uygulamıştı. Gene de şunu ekleyebiliriz: Öz kimliklerin güvende olması sayesinde farklı topluluklar –gündelik hayatta, geleneklerde, törensel uygulamalara katılımda– kaynaşma konusunda sayısız örnek sergileyebilmişlerdi.
Sayfa 22 - Turkuvaz KitapçılıkKitabı okuyor
Moğol işgalinin sarsıntısının dinmesinden iki yüz yıl sonra Selçuk İmparatorluğu'nun mirasının küçük ve orta boy güçlerinden bir tanesi olan ve konum olarak en batıda, Bursa'da bulunan Osmanlı, kuzeydoğuya, Avrupa'ya doğru gösterdiği ilerlemeyle dikkat çekiyordu. Zaman içinde büyük bir imparatorluk haline gelen bu devlet, 1299 yı lında Osman (Arapçada Uthman) Bey tarafından ve Orta Asya kökenli olduklarını unutmayan ama kendilerini asıl olarak Müslüman, yani İbrahim ve İshak'ın kabul ettikleri Tanrı'nın son peygamberinin takipçileri ve kendilerini egemen hanedana sadık Osmanlılar olarak tanıtan Türkler tarafından kurulmuştu.
Sayfa 21 - Turkuvaz KitapçılıkKitabı okuyor
"Kardeşim! Türkler arasında ebediyen kabul edile­meyecek bir meslek varsa o da heykel sanatıdır. Memleketine faydalı olacak, işe yarayacak bir şey öğren. Heykeltıraşlıkla burada ne yapacaksın? Ecdadımızın bırakmış olduğu suları kurumuş çeşmelere bugün musluk takacak paramız yok. Ecdadımızdan çoğu mezarlarında taşsız yatıyor. Birçoğunun
Reklam
Bir okul ansiklopedisinde ( Musisches Lexicon ) Firdevsî “İranlı şair” maddesine bakıyorsunuz. Okul ansiklopedisi şöyle bir hata ile işe giriyor: 654’te “Türkler İran’ı fethedip İslâmlaştırdıktan sonra, Farsça tamamıyla unutuluyordu. Firdevsî bu dili diriltti.” Firdevsî gerçekten o dili diriltti; ama 654’te orayı fetheden Türkler değil ve oraya İslâmizasyonu getiren de Türkler değil, o tarihte haberleri bile yok İslâmlıktan. Bu vahim hatayı okul ansiklopedisi nasıl yapıyor? Çok açık bir şey; çünkü bir yeri fethedip İslâmize etmek Türkler gibi belâlı (!) adamların işidir! Almanya’da ve Orta Avrupa’da imaj budur, bunun kolay kolay değişmesi mümkün değildir.
Atatürk'ün not defterlerinden,
14 Temmuz 1918, Pazar. Matmazel Brandner'i bekliyordum. Karlsbad'ın güneybatısındaki eski şatosuyla tanınan Elbongen'e otomobille gitmeye karar vermiştik. Otomobil Eger nehir kıyısındaki yolu takip ediyordu. Matmazel Brandner Türk ordusuna ilgi duyar gibi görünüyordu. Bana ordumuzun sayısı ve mevcutları hakkında soru sormuştu.
Sayfa 150 - Kırmızı Kedi YayıneviKitabı okudu
Bir kısım Türkler de Museviliğe (bk. Hazarlar) ve Hıristiyanlığa girmişlerdi. Türk nüfusunun çoğunluk meydana getirdiği sahalarda bir menfi tesiri görülmeyen bu yabancı dinler, bu imkanın mevcut olmadığı bölgelerde Türklerin kaybolmalarında rol oynadıkları gibi (Doğu Avrupa'da ve Balkanlar'da Hazarlar, Peçenekler, Uzlar, Kumanlar), 1000 tarihinde resmen Hıristiyan olan Macarların Türk kültüründen uzaklaşmaları, 864'den itibaren Ortodoksluğu kabul eden Bulgarların Türklüklerini kaybetmeleri neticesini vermiştir. Esasen bu dinlerin Türk kültüründeki inanç sistemine uymadığı, mahalli nitelikte kalmalarından bellidir. Yalnız İslam dinidir ki, Türklerin kadim inançları ile birçok bakımdan uygunluk göstermesi dolayısıyle, Türkler arasında yaygın ve Türklüğü takviye eden bir din durumundadır.
Türk batılılaşması, bazılarının kısaca ifade ettiği gibi, 19. yüzyılda askerî alanda, idarî alanda yapılan bazı reformlardan ibaret değildir. Türkler, müziklerinde bile bir reforma gitme ihtiyacına girmişlerdir. Yani aslında Türk batılılaşması, bizim Arapça “cehd”, İngilizce “challenge” dediğimiz, başlı başına bir hesaplaşma, itişme, didişme meselesidir.
Hani Azerîler, “biz Respublika, siz de cumhuriyet dersiniz” diyorlar, sanki “cumhuriyet Türkçe mi?” diyorlar. Evet, cumhuriyet Türkçedir, niye Türkçedir? Çünkü cumhuriyetin kökü “cumhur”, cemaat anlamında, “ people ” anlamında, “ congregation ” anlamında bir Arapça kelimedir; ama o kelimeden cumhuriyeti ve cumhuriyet rejimini türeten Türklerdir. Binaenaleyh mefhumun içeriği tamamıyla Türkler tarafından doldurulduğu için bu çok Türkçe bir kelimedir, öbür Şark halklarına da buradan geçmiştir. Nitekim bunun tam karşılığı respublika ’dır. Bu anlamda kullanırlar, Türkler bu kelimeyi 19. yüzyılda çağdaş cumhuriyeti ifade için bulmuşlardır.
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.