“Lanet olsun sana prenses. Ve bu en yeni prensine de lanet olsun. Cenneti görme şansına sahip oldum ve çok güzel olduğunu fark ettim ama şimdi kıyıya vurup terk edildim.
Karanlık derlerdi ona. Kraliçe “Karanlığım nerede? Bana karanlığımı getirin,” derdi. O emir yakın zamanda birinin kanının akacağı veya öleceği anlamına gelirdi. Garip olan, Doyle’un şimdi benim Karanlığım olmasıydı.
“Sen hep çok... Mükemmelsin,” dedim.
Arkamdaki pencereye baktı. “Hayır Prenses’im, korkarım mükemmel değilim ve düşmanlarımız her kimse, artık bunu biliyorlar.”
Böyle bir günü harcamaktan nefret ediyordum. Demek istediğim, bir prensestim. Sadece bu bile, çalışmak zorunda olmadığım anlamına gelmez miydi? Hayır. Ama bir peri prensesiydim. Altın dilesem büyülü bir biçimde elimde bitmez miydi? Keşke.
Bazı insanlar unvanlara saygı duyulmasına tepki verirdi ama bazılarını da harekete geçirmek için tehdit etmek gerekti. Ve tehdit etmenin bir yolu da ilk ismini kullanmaktı.
Ben kendime güveniyordum ama bazı günler kendimden bile şüpheye düşüyordum. Şüphenin beni dürüst tutacağını düşünüyordum. Belki de kendimi kandırıyordum. Belki de kimse böyle bir güce sahip olup adil ve dosdoğru kalamazdı.
Elimden geleni yapacaktım ama bir şeyden emindim: Durumu şimdi kontrol altına almazsam korumalar bana hükmedeceklerdi. Tahtı elde edebilir ama her şeyi kaybedebilirdim.