154 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
·
6 günde okudu
Totem ve Tabu Barbarlar ile Nevrotik Kişiliklerin zihinsel yaşantılarındaki benzerlikler'i analiz eden Sıgmund Freud eseri Totem ve Tabu dört bölümden oluşuyor. -Barbarların ensest korkusu -Tabu ve duyguların ikirciği -Animizm,büyü ve düşüncenin kuvveti -Çoçukluk döneminde totemizmin tekerrürü Avustralya, Amerika ve Afrika daki ilkel kabilelerde dinin yerini alan örgütlenme şekli olan totemizmin ve tabuların günümüz Nevrotik rahatsızlıkları ile karşılaştıran, psikoloji,sosyoloji ve antropoji alanlarda kullanılmış önemli baş yapıtlardan. Evet okumak biraz zorlayıcı. Fakat verilen örnekler,kıyaslamalar ve açıklamalar sayesinde işiniz kolaylaşıyor. Küçük molalar vererek hemencicik bitirebilir siniz. Toplum en temel kavramı olan aile yapısını ilkel ırklar üzerinde zamanımıza kadar nasıl değiştiğini yada hangi benzerlikler olduğunu açıkça göreceksiniz. Eski zamanlarda erkek çocuk kız kardeşleri ile aynı sofrada yemek yiyemez,hatta aynı kabı bile kullanamazmış. Aileden bir erkeğin ayak izine basmanın bile uğursuzluk getirdiğine inanılırmış. Bunun gibi ilginç tabu ve totemlerin,sihir ve büyünün aslında bilinç altının karanlık bir ürünü olduğunu göreceksiniz. İlkin eylem vardı. #totem#tabu#totemvetabu#molière#kaprayayınları#kitaplardanalıntılar#kitapyurducom#kitapyorumu#okudumbitti#okumakgüzeldir#okumaközgürlüktür#kitap#kitaplarimizdan#kitaplarım#kahvem#yazar#kitaplarvesözleri#kesfet#keşfetteyiz#kesfettengelenler#önerikitap#tavsiyekitap#inceleme#kitaplayaşamak#kitaplardankesitler#kitaplarınmüptelasıyız#kitaplarlaherşey
Totem ve Tabu
Totem ve TabuSigmund Freud · Cem Yayınevi · 20195,9bin okunma
Flaş
Hava poyrazladı yağmur yağacak Yanıp yanıp sönüyor ışıklandırılmış gözlerin Yukarda Küle gömülmüş bir elma gibi gökyüzü Patladı patlayacak Olanca hışmıyla kentin. Sensin
Reklam
günlerin bize aitmiş gibi görünmesi ne tuhaf değil mi? suyun, içine konduğu kabı sahiplenmesine benziyor tıpkı. sesler, nesneler, kokular... bizimle birlikte usul usul uyanan bir müthiş yalnızlık... birden, açıklanamaz biçimde yaşadığımızı duyumsuyoruz. bütün bunların varolması, onlarla kendi varlığımızı duymamız, bizi var eden, yaşamı sevdiren bu görkemin derinden derine ölümü duyurması, bu şenliğin bizden sonra da süreceğini bilmemiz, tüm bunlara karşın derin bir tutkuyla yaşamakta ayak dirememiz... düşündün mü hiç, tuhaf değil mi sence de?
Sayfa 75
Şeriat ve Kadın 1
ARAP PEYGAMBERİ MUHAMMED'E GÖRE KADININ TANIMI VE NİTELİKLERİ İki kadınım tanıklığı bir erkeğin tanıklığıma bedeldir (Kur'ân 2 Bakara 282) Kadınlar aklen ve dinen dün yaratıklardır.... (Arap Peygamberi Muhammed) Uğursuzluk üç şeyde vardır: karida ev'de ve at'da..... (Muhammed) Namazı kat'eden şeyler köpek, eşek, domuz
128 syf.
·
Puan vermedi
Bu kitap, "başkasını mutlu etmenin daha insanca olduğu" fikrinin önemini kaybettiği bir zamanda ve beklemediğim bir anda hediye edildi bana. Teşekkür edebilmek için birkaç kelimeyi bir araya getirip bu incelemeyi yazabilirim ancak. Umarım ve inşallah; mutluluk eksilmesin gönlünden, gözlerinden, ömründen. Tarık Tufan'ı biliyordum
Bir Adam Girdi Şehre Koşarak
Bir Adam Girdi Şehre KoşarakTarık Tufan · Doğan Kitap · 20217,9bin okunma
288 syf.
·
Puan vermedi
Geleneğin Yansıması
Geleneğin Yansıması ❅ ❅ ❅ Yaratıcısını arayan insan, kendi varoluş karakterini tanıma ve bilme hâli, fıtratın birer derin serzenişidir. Ruhsal ve bedensel işlevlerle her katman ve işleve anlam yükleme çabası, bunun bariz örneği... Güven ve huzur doyumunu yakalamak anlam arayışının bir sebebi iken Yaratıcı’sını tanıma ve bilme
S. Hüseyin Nasr'ın Temel Düşünceleri
S. Hüseyin Nasr'ın Temel DüşünceleriWilliam Chittick · İnsan Yayınevi · 20123 okunma
Reklam
var mı başka yolu
Günlerin bize aitmiş gibi görünmesi ne tuhaf değil mi, dedi. Suyun içine konulduğu kabı sahiplenmesine benziyor tıpkı. Uyanıyoruz, gün ışığının o dingin, bakir saltanatı; bir anne soluğu gibi ta içimize işleyen bir mavi serinlik. Sesler, nesneler, kokular. Bizimle birlikte usul usul uyanan bir müthiş yalnızlık. Birden açıklanamaz biçimde yaşadığımızı duyumsuyoruz. Musluktan akan su, camlarda şakıyan gökyüzü, uzandığımız kapı kolu, bir bayram gibi dört yanımızdan akan çarşılar, ağaçların düğünü rüzgarda, olanca görkemiyle kendini bir kez daha bize sunan doğa. Bütün bunların var olması, bizim onları görmemiz, onlarla kendi varlığımızı duymamız, bizi var eden, yaşamı sevdiren bu görkemin derinden derine ölümü duyurması, bu şenliğin bizden sonra da süreceğini bilmemiz, tüm bunlara karşın derin bir tutkuyla yaşamakta ayak dirememiz… Düşündün mü hiç, tuhaf değil mi sence de?
Hakikatin gerçek yorumcusu cesur tercihler yapabilenlerdir. Çoğunluğun şarkısına eşlik eden değil, kendi şarkısını söyleyebilenlerdir. Kalıcı mutluluğun sırrı kalabalığın onayladıklarına kapılıp gitmekle değil, insanın kendi doğasına ve varoluşuna uygun yolu yürümesiyle olur. İnsanın hayatını anlamlandırma çabası ve mutluluk peşinde koşması dünya döndükçe var olacaktır. Bu arayışını sürdürürken de her seferinde eline yeni bir kap alacak ve bu kabı doldurmaya uğraşacaktır. Seneca'ya göre bu kabı dolduracak şey insanın kendi özüne uygun olarak hareket etmesinden başka bir şey değildir. Erdem insanın kendini bilmesiyle başlar. ''Kendi doğasıyla uyumlu olan yaşam mutludur. Mutlu yaşamın sağlanması için önce zihnimiz sağlıklı olmalı ve sağlığını muhafaza etmeli, sonra güçlü ve zinde olmalı, mertçe sabretmeli, farklı durumlara ayak uydurabilmeli, bedene dikkat etmeli ama bunun içinde kaygılanmamalı, yaşamı meydana getiren şeylere özenle dikkat etmeli ama hayranlık da duymamalı, talihin getirdiği hediyelere açık olmalı ama onların kölesi de olmamalı. Bizi korkutan ve huzursuz eden şeylerden uzaklaştığımızda tükenmez huzuru ve özgürlüğe kavuşacağımızı da anlayacaksın. Hazlar ve acılar reddedildiğinde kırılgan ve tiksindirici şeylerin yerini büyük bir sevinç alır, bunu ruhta huzurla buluşan uyum ve nezaketle birleşen yücelik takip eder, çünkü vahşilik daima zayıflıktan doğar.''
Sayfa 42 - Destek YayınlarıKitabı okudu
Saman Sarısı
------------------Vera Tulyakova'ya derin saygılarımla * I * Seher vaktı habersizce girdi gara ekspres kar içindeydi ben paltomun yakasını kaldırmış perondaydım peronda benden başka da kimseler yoktu durdu önümde yataklı vagonun pencerelerinden biri perdesi aralıktı genç bir kadın uyuyordu alacakaranlıkta alt ranzada saçları saman sarısı
“Günlerin bize aitmiş gibi görünmesi ne tuhaf değil mi”dedi. “ Suyun, içine konduğu kabı sahiplenmesine benziyor tıpkı. Uyanıyoruz, gün ışığının o dingin, bakir saltanatı; bir anne soluğu gibi ta içimize işleyen bir mavi serinlik… Sesler, nesneler, kokular… Bizimle birlikte usul usul uyanan bir müthiş yalnızlık.. Birden, açıklanamaz biçimde yaşadığımızı duyumsuyoruz. Musluktan akan su, camlarda şakıyan gökyüzü, uzandığımız kapı kolu, bir bayram gibi dört yanımızdan akan çarşılar, ağaçların düğünü rüzgarda, olanca görkemiyle kendini bir kez daha bize sunan doğa… Bütün bunların varolması, bizim onları görmemiz, onlarla kendi varlığımızı duymamız, bizi var eden, yaşamı sevdiren bu görkemin derinden derine ölümü duyurması, bu şenliğin bizden sonra da süreceğini bilmemiz, tüm bunlara karşı derin bir tutkuyla yaşamakta ayak dirememiz… Düşündün mü hiç, tuhaf değil mi sence de?” Şükrü Erbaş/ Zamanın boğuntusu
Reklam
daha önce ayak bile sürmediğim bir bölgede, hiç bilmediğim bir şehirde, yabancı bir sokağın ortasına konulmuş avlulu bir apartmanda dördüncü gecem. ilk gün gurbetlikten ağladım. ikinci gün eksikleri düşününce. üçüncü gün temizlik yaptım. dördüncü gün de alışveriş. arka arkaya sıralayınca ne kolay gözüküyor şimdi göze. fakat kendimi dört yaş büyümüşüm gibi hissediyorum. bir evin sorumluluğu büyütüyor insanı hemen. bir kapının pervazı çıkmış mesela, ben yapmalıyım. saklama kabı ve kavanoz almak lazım, ben almalıyım. balkon duvarları epey kirlenmiş temizlemek lazım, ben temizleyeceğim. tuhaf. müdürüm doğum tarihimi görünce ‘çok küçüksünüz ya’ dedi. ses etmedim. yaşı takvimde arayanlarla aram yok ama iyi geçineceğim. geçinmeliyim. avluda horoz ve kaz var. benim bildiğim horozlar sabaha doğru öterdi. buranın horozu gecenin üçünde uyandırıyor, karşı evin avlusunda olduğunu düşündüğüm horozla karşılıklı güzel bir gece serenatı yapıyorlar. ah canım ne güzel sesin var maşallah diyorum, sonra yastığı dişliyorum. şaka, daha boynumun altına koyacak bir yastığım bile yok. bunları yazarken bir abi apartman merdivenlerini tırmanıyor, dilinde Kürtçe bir şarkı. tüm bu duyguların ve yazının arasına giren reklam gibi. geçmez dediğim günlerin devr-i daimi içindeyim velhasıl. buraya gelmeden önceki bir ay geçmek bilmezdi ama geçivermiş. ben buradayım, buradaki vakit de geçmez sanıyorum. ama geçecek. rüya gibi. burada geçen sürede heybeme ne doldururum bilmiyorum ama şu sıralar dilimde yalnız bir dua dönüp duruyor; göndereceğin her hayra muhtacım.
Babamın nasırlı ellerine baktım, parmaklarındaki çatlaklar ve kıvrımlar ayak- kabı boyasıyla lekelenmişti. O an bunların Ermeni elleri olduğunu düşündüm: ister ayakkabı tamir etsin, örgü örsün ister dikiş diksin ya da çizim yapsın bizim ellerimiz becerikli ve gayretkeşti. Bu ulusal bir nitelikti
Sayfa 123 - Aras YayıncılıkKitabı okudu
"Günlerin bize aitmiş gibi görünmesi ne tuhaf değil mi" dedi. "Suyun, içine konduğu kabı sahiplenmesine benziyor tıpkı. Uyanıyoruz, gün ışığının o dingin, bakir saltanatı; bir anne soluğu gibi ta içimize işleyen bir mavi serinlik... Sesler, nesneler, kokular... Bizimle birlikte usul usul uyanan bir müthiş yalnızlık... Birden, açıklanamaz biçimde yaşadığımızı duyumsuyoruz. Musluktan akan su, camlarda şakıyan gökyüzü, uzandığımız kapı kolu, bir bayram gibi dört yanımızdan akan çarşılar, ağaçların düğünü rüzgârda, olanca görkemiyle kendini bir kez daha bize sunan doğa... Bütün bunların varolması, bizim onları görmemiz, onlarla kendi varlığımızı duymamız, bizi var eden, yaşamı sevdiren bu görkemin derinden derine ölümü duyurması, bu şenliğin bizden sonra da süreceğini bilmemiz, tüm bunlara karşın derin bir tutkuyla yaşamakta ayak dirememiz... Düşündün mü hiç, tuhaf değil mi sence de?"
“Günlerin bize aitmiş gibi görünmesi ne tuhaf değil mi” dedi. “Suyun, içine konduğu kabı sahiplenmesine benziyor tıpkı. Uyanıyoruz, gün ışığının o dingin, bakir saltanatı; bir anne soluğu gibi ta içimize işleyen bir mavi serinlik... Sesler, nesneler, kokular... Bizimle birlikte usul usul uyanan bir müthiş yalnızlık... Birden, açıklanamaz biçimde yaşadığımızı duyumsuyoruz. Musluktan akan su, camlarda şakıyan gökyüzü, uzandığımız kapı kolu, bir bayram gibi dört yanımızdan akan çarşılar, ağaçların düğünü rüzgârda, olanca görkemiyle kendini bir kez daha bize sunan doğa... Bütün bunların varolması, bizim onları görmemiz, onlarla kendi varlığımızı duymamız, bizi var eden, yaşamı sevdiren bu görkemin derinden derine ölümü duyurması, bu şenliğin bizden sonra da süreceğini bilmemiz, tüm bunlara karşın derin bir tutkuyla yaşamakta ayak dirememiz... Düşündün mü hiç, tuhaf değil mi sence de?”
Nefsine ağır geleni sakın kimseye tatbik etme! Düşmanının dahi insan olduğunu unutma. İnsanoğlu için en kutsal ibadet çalışmak, doğruluk ve insan sevgisidir… Asalet; doğruluk ve doğruluktur… Şu alemin şartlarına ayak uydur ama kendin ol. Hani su, girdiği kabı şeklini alır ama öz de aynı kalır ya. 
89 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.