"Bu kitabı, Ayasofya' nın kapatılmasını ama özellikle de camilikten çıkarılma kararını hukuki ve tarihi yönleriyle yeniden tartışmaya açmak ve Türkiye Cumhuriyeti yöneticilerini , Fatih Sultan Mehmed ' in Ayasofya Vakfiyesi' ne öz eliyle koydurduğu şartların gereğini yerine getirmeye ve ülkemizi Istanbul' un fethinin sembolü bir vakfın lanetinden ve İslam peygamberi tarafından övülmüş olan Sultan' ın bedduasından kurtarmaya davet etmek maksadıyla kaleme aldım. Bir de Ayasofya' nın kutsal ile silinmekte olan kadim bağını zihinlerde yeniden canlandırmak için..."
Gezintilerimde bir hakikat keşfettim. Bu devletin iki manevi temeli vardır : Fatih'in Ayasofya minaresinden okuttuğu ezan ki hala okunuyor. Selim'in Hırka-i Saadet önünde okuttuğu Kur'an ki hala okunuyor. Eskişehir'in, Afyonkarahisar'ın, Kars'ın genç askerleri siz bu kadar güzel şey için döğüştünüz. Yahya Kemal, Aziz İstanbul
Reklam
Ayasofya , ah Ayasofya ! Sen ki bize Fatih' in aziz emanetisin, lakin yaban ellere rehin verilmişsin. Yaşadığın nasıl bir trajedidir ki , resmi tapunun öz sahibi olan bu devlet bile sana malik olduğunu gösteremiyor, aynı topraklara ayak bastığın millet bile senin makus talihini 82 senedir değiştiremiyor. Sesin çıkamıyor da ağlıyor, her Allah' ın günü elini , dilini, kalbini hasret korunla cayır cayır yakıyorsun.
Sayfa 13
2015 şubat'ında katolik İspanyollarca katedral yapılmış olan Kurtuba Ulu Camii' ni ziyarete gittiğimde hakikaten içim sızlamıştı. Bu mescidin asırlarca üzerine secde edilmiş mübarek taşlarına ayakkabılarımla basmayı yakıştıramadım kendime. Üşütmek pahasına çıplak ayakla gezdim camimizi içim yana burkula.Bırakın namaz kılmayı, el açıp dua etmenin bile yasak olduğu söylenip bir de içeride Katolik ayinine tanık olduktan sonra gözlerimde pırıltılarla İstanbul'daki kader arkadaşı Ayasofya' yı hatırladım taa binlerce kilometre öteden. Dedim ki : Halkının yüzde 99'u Müslüman bir ülke olan Türkiye'deki Ayasofya Camii'nde namaz kılmak yasak, nüfusunun neredeyse tamamı katolik bir ülke olan İspanya'daki Kurtuba Camii'inde de . Biri bana açıklasın o zaman : Ne farkımız var ?
Hangi yüzle ?
Canımızı nicedir acıtan soru şudur : Ayasofya ibadete kapalıyken Istanbul' un fethini hangi yüzle kutlayabiliyoruz.
Sayfa 230
312 syf.
·
Puan vermedi
Benim acizane fikrim şudur ki ben müslümanım diyen her bir ferdin bila istisna Ayasofya gibi bir derdi olmalıdır. Çünkü Ayasofya kuru bir mabed değil maddeden sıyrılarak manada karar kılmış bir yapıttır. Ayasofya özgürlüktür.. Ayasofya müslümanlıktır.. Ayasofya Peygamber müjdesinin nişanıdır.. Ayasofya Ulu Hakan Fatih Sultan Mehmet'in emanetidir.. Kelimelerin kifayetsiz kaldığı bu mabed bizim milli davamız olmalıdır. Onun için ise bu davayı hakkıyla bilmek mecburiyetindeyiz. Üslûp olsun içerik olsun tüm istenileni karşılar mahiyettedir. Düşünmeden alıp düşünerek okumanızı tavsiye ediyorum.!
Ayasofya Entrikaları
Ayasofya EntrikalarıMustafa Armağan · Kapı Yayınları · 201785 okunma
Reklam
312 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
Ayasofya'nın nasıl müzeye çevrildiğini ve kimler tarafından Camii vasfını kaybettiğini anlatan ve Ayasofya nın açılması halinde ne gibi problemlerin çıkacağı ve bu problemlerin çözümü gibi konuları içeren harika bir kitap...!
Ayasofya Entrikaları
Ayasofya EntrikalarıMustafa Armağan · Kapı Yayınları · 201785 okunma
Ayasofya, ah Ayasofya! Sen ki bize Fatih'in aziz emanetisin, lâkin yaban ellere rehin verilmişsin. Yaşadığın nasıl bir trajedidir ki resmî tapunun öz sahibi olan bu devlet bile sana mâlik olduğunu gösteremiyor , aynı topraklara ayak bastığın millet bile senin mâkûs talihini 82 senedir değiştiremiyor. Sesin çıkamıyor da ağlıyor her Allah'ın günü elini, dilini, kalbini hasret korunla cayır cayır yakıyorsun.
Sayfa 13 - Kapı
Hıristiyanlık tarihinde "Ariusçuluk" (Arianism) diye bilinen mezhebin "Hz. İsa, Tanrı'nın aynı cevherden oğlu değildir." şeklindeki iddiasının Hıristiyanlığın akışını değiştiren bir darbe etkisi yaptığı pek az bilinir.
Sayfa 38 - Kapı Yayınları
İşin aslı şudur: Bu millete açıkça bir yalan söylenmektedir. Ayasofya Camii'ni biz ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Yunanistan, Bulgaristan ve diğer Batılı devletlerin daha Balkan Savaşı yıllarından itibaren canlanmış olan Haçlı zihniyetine rehin verdik. Baskılarına boyun eğdik. Bunu açıkça itiraf edelim. "Kilise olmayacaksa cami de yaptırmayacağız." şeklindeki İngiliz menşeli formüle 1932-1935 aralığında teslim olduk ve Osmanlı'nın kutsal tebessümüne aşık olduğu bir camimizi müze yaptık. Çıplak görüntü bu; ve bu görüntü hepimizi ürküttüğü içindir ki, bahane kabilinden sürekli yalan söylüyoruz. " Efendim, Ayasofya esasen insanlığın veya medeniyetin malıdır vs." diye lafı eğip bükmeyin, dosdoğru söyleyin:Biz İngiliz "yeni dünya düzeni" ne uyum sağlama sürecinde Ayasofya'yı da safra olarak Batı'nın kucağına atmıştık! Bunu düzgün bir şekilde söyleyeceğimize yalanlar uydurmak ve gerçeği örtbas etmek gibi son derece tehlikeli bir yola sapıyorsunuz.
Reklam
Elinizdeki kitabı, Ayasofya'nın kapatılmasını ama özellikle de camilikten çıkarılma kararını hukuki ve tarihi yönleriyle yeniden tartışmaya açmak ve Türkiye Cumhuriyeti yöneticilerini, Fatih Sultan Mehmed'in Ayasofya Vakfiyesi'ne öz eliyle koydurduğu şartların gereğini yerine getirmeye davet etmek maksadıyla kaleme aldım. Daha doğrusu ülkemizi İstanbul'un fethinin sembolü olan bir vakfın lanetinden ve İslam peygamberi (sas) tarafından övülmüş olan Sultan'ın bedduasından kurtarmaya davet etmek için... Bir de Ayasofya'nın kutsal ile silinmek üzere olan kadim bağını zihinlerde yeniden canlandırmak için... Bunun içindir ki var kuvvetimizle "Ayasofya cami olarak açılmalıdır" diye bağırıyoruz.
Fatih ve Ayasofya
29 Mayıs 1453 Salı günü Fatih Sultan Mehmed'in saygıyla içerisine girdiği Ayasofya'da "secde-i şükran" a kapandığı, iki rekat şükür namazı kıldığı ve Ulu Mabed'de ezanın ilk olarak o sırada okunduğu biliniyor. O gün genç Fatih hızını alamayarak Ayasofya'nın kubbesine kadar tırmanmış ve etrafında 360 derece dolaşarak, fethini Yüce Peygamber'inin emrettiği bu kutlu şehrin deruni manasını düşünerek bu "tepe" den doyasıya seyretmiş, ardından da "İstanbul çok güzel bir kızmış fakat ne yazık ki bakımsız kalmış, ümmet-i Muhammed'in elinin ona değmediği buradan belli" sözleri dudaklarından tarihin hafızasına inciler misali dökülmüştür.
Fetih'ten 10 yıl kadar sonra Sahn-ı Seman Medreseleri, yani sekiz öğretim kademesinden oluşan Fatih Medreseleri inşa edilir. Medresenin Türkçe vakfiyesinde çarpıcı birkaç satırla karşılaştığımızda ne yalan söyleyelim, sultanın eriştiği bilinç seviyesi karşısında yine hayretler içerisinde kalıyoruz. Vakfiyede şunları söylüyordu büyük Fatih: "Ve 867 senesinde şükran li hazihi'n-ni'am cihad-ı asgardan cihad-ı ekbere müracaat..." İstanbul'un Fethini "küçük cihad" (cihad-ı asgar), medreseyi hizmete açışını ise "büyük cihad" (cihad-ı ekber) olarak gören bir Fatih vardır karşımızda... Düşünün, İstanbul'un fethi bile onun gözünde bir medrese yaptırmanın, yani ilim tahsilinin, alemi, kendini ve Rabbini tanıma cehdinin yanında "küçük cihad" imiş!
Resim