Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Michelangelo'nun eserleri, resimde de mimaride de İstanbul'a çok şey borçlu olacak. Bakışı şehir ve başkalık karşısında çok farklılaşacak; manzaralar, renkler, biçimler hayatının geri kalanında çalışmalarının içine nüfuz edecek. San Pietro'nun kubbesi Ayasofya ve Bayezid Camii'nden esinlenmiştir; Medici Kütüphanesi ise Manuel'le sık sık gittiği Bayezid Kütüphanesi'nden; Medici Şapeli'ndeki heykeller, hatta II. Julius için yaptığı Musa heykeli İstanbul'da rastladığı davranış ve insanlardan izler taşır.
Ayasofya!
Ayasofya, her zaman şeriatçıların bir bahanesi ve kavga nedeni oldu. Neydi Ayasofya'nın önemi? Bu kavga daha ne kadar sürecekti? Bu soruların yanıtını biraz daha net alabilmek için tarihe bakmak gerekiyor. Ayasofya, 24 Ekim 1934'te, Atatürk'ün emri ve Bakanlar Kurulu Kararıyla müzeye çevrildi. Aradan geçen 60 yıl boyunca,
Sayfa 94 - Toplumsal Dönüşüm Yayınları /3.Baskı 2010Kitabı okudu
Reklam
Şehre bakıyorduk denizden:Nevzat, Demir bir de ben. Sisler içindeydi İstanbul... Sisler içinde deniz... Sister içinde teknemiz. Sultanahmet'in minareleriydi görülen, Ayasofya'nın kubbesi, Topkapı Sarayı'nın kuleleri. Hiç yağmalanmamış, yıkılmamış, kirletilmemiş gibiydi şehir. Bembeyaz bir sisle örtmüştü doğa, ne varsa görüntüyü çirkinleştiren. Güneş doğmadan bir anlığına beliren bir hayal gibi... Büyülü bir bulut gibi... Yeni bir başlangıç gibi... Bir masala imgesi gibi... Yeni kurulmuş bir kent gibi... Yeni bir başlangıç gibi... Genç, umutlu, güzel...
Sayfa 593Kitabı okudu
Taze bir başlangıç gibi... Genç, umutlu, güzel...
Şehre bakıyorduk denizden. Sisler içindeydi İstanbul... Sisler içinde deniz... Sisler içinde teknemiz. Sultanahmet'in minareleriydi görülen, Ayasofya'nın kubbesi, Topkapı Sarayı'nın kuleleri. Hiç yağmalanmamış, yıkılmamış, kirletilmemiş gibiydi şehir. Güneş doğmadan bir anlığına beliren bir hayal gibi... Büyülü bir bulut gibi... Bir masal imgesi gibi... Yeni kurulmuş bir kent gibi... Taze bir başlangıç gibi... Genç, umutlu, güzel...
Günümüze kadar ayakta kalmış olan Ayasofya, Doğu Roma İmparatoru lustinianos döneminde, 532-37 yıllarında inşa edilmiş... Daha önce yapıldığı halde ayakta kalamamış başka bir yapının yerinde ve kısmen de üzerinde. Ayasofya adı ise Yunancada "Kutsal Bilgelik" anlamına geliyor. Binanın kubbesi, bu görkemli ömrü için kısa sayılabilecek bir süre sonra, bir deprem etkisiyle çöküyor, kubbe 563 yılında yeniden yapılıyor. Dayanma gücünü arttırmak için, yüksekliği arttırılarak. Binanın proje müellifleri olarak çeşitli kaynaklarda belirtilen adlar: Trallesli Anthemios ile Miletoslu İsidoros'tur. Kubbeyi 563 yılında yeniden yapan, Miletoslu İsidoros'un yeğeni Genç İsidoros'tur.
"Anlatırlar ki" dedi Ömer "Eski vakitlerde bir depremde Ayasofya'nın işte bu kubbesi yıkılmış. O vakitler Bizans ülkesi savaşlarla ugrastyor, fakir, güçsüz. Kubbenin tamiri için Hiris tiyan ülkelere haber uçurulmus. Ayasofya'nn harap kubbesi için yardim toplayacaklar. Medinedeki bir kilisenin rahibi ha ber göndermis Ayasofyadakilere. Ki bu rahip Hiristiyanliğın aslını bilirmiş demek ki. Demiş ki burada bir yetim var ev velden beri bahsedilen ahir zaman Peygamberi olduğu âşikâr. Gelin bu yetimin tükürüğünden ve Mekke toprağindan bir parça alın ve kubbeyi yapacağinız harca katin. O zaman zel zele o kubbeye bir zarar vermeyecektir. Onlar da bu söyleneni kabul edip, aynen yapmışlar. İşte Fatih Ístanbul'u fethedip de Ayasofya'ya girdigi vakit bu sırrıt bildiginden tam da buranin önünde durup salâvat getirmiş ve hatta belli olsun, bilinsin, unutulmasın diye buraya altından bir topuz yapip astirmis. Ama simdi bunu bilen kaç kisi var ki?"
Sayfa 165Kitabı okudu
Reklam
Halkın gönlüne bir aşk koymazsan ve inanç kokan bir nefes vermezsen ne denli muhkem olsa da o kubbe çöker evlat. Gönül kubbesi çökerse insan da çöker devlet de çöker.
Sayfa 199Kitabı okudu
Hazreti Muhammed'in doğduğu yıl olan 571'de Ayasofya'nın kubbesi yıkılır ve hiçbir şekilde tamir edilemez. Hızır, yaşlı bir adam kılığında rahiplere görünür. Kubbenin ayakta kalabilmesinin tek koşulunun, zuhur eden ahir zaman peygamberini bulmaları, onun tükürüğünü zemzem suyu ile karıştırıp kirece katmaları olduğunu söyler. Rahipler yaşlı adamın Hızır olduğunu anlar ve yollara düşer. Hazreti Peygamber, tükürüğünü, “Ümmetime nasip olsun" duasıyla rahiplere verir. Ruhbanlar, yanlarında Peygamber'in hokkadaki tükürüğü, yetmiş deve yükü zemzem suyu ve Mekke toprağıyla geri dönerler. Kubbe, bu karışımla yapılan harçla birlikte Ayasofya'nın Müslümanlara nasip olacağının işareti olarak sağlamlaştırılmış olur.
Biz bu topraklarda ezan seslerinden idrak ve duygu toplamış aşk ve irade ateşi almış Fatih'in çocuklarını arıyoruz. O Fatihler ki Bizans halkını büyüleyen imanıyla Galya topraklarında hazırlanan Haçlı ordularını yerlerinde durdurur. Çöle inen nur ile doldurduğu Ayasofya'nın kubbesi altında Harem-i Şerif hizmetkârı olmak ihtirasıyla yanar, dünya saltanatını bırakıp gariplerin dergâhına sığınır, Allah kitabı huzurunda el bağlayıp sabahlar, insan kiniyle değil, Allah aşkıyla gaza yapmaktan usanmazlar...
Şehre bakıyorduk denizden: Nevzat, Demir, bir de ben. Sisler içindeydi İstanbul... Sisler içinde deniz... Sisler içinde teknemiz. Sultanahmet'in minareleriydi görülen, Ayasofya'nın kubbesi, Topkapı Sarayı'nın kuleleri. Hiç yağmalanmamış, yıkılmamış, kirletilmemiş gibiydi şehir. Bembeyaz bir sisle örtmüştü doğa, ne varsa görüntüyü çirkinleştiren. Güneş doğmadan bir anlığına beliren bir hayal gibi... Büyülü bir bulut gibi... Bir masal imgesi gibi... Yeni kurulmuş bir kent gibi... Taze bir başlangıç gibi... Genç, umutlu, güzel...
Sayfa 559 - Everest YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Şehre bakıyorduk denizden.Sisler içindeydi İstanbul...Sisler içinde deniz...Sisler içinde teknemiz.Sultanahmet'in minareleriydi görülen,Ayasofya'nın kubbesi,Topkapı Sarayı'nın kuleleri.Hiç yağmalanmamış,yıkılmamış,kirletilmemiş gibiydi şehir.
Sayfa 619Kitabı okudu
Ayasofya. Binadan çok... bir dağı andırıyordu. Yağmurda parıldayan Ayasofya'nın dev cüssesi, kendi başına bir şehir gibiydi. Kenarları gümüş grisi, inanılmayacak kadar geniş merkez kubbesi, çevredeki diğer kubbeli binaların üstünde duruyor gibiydi. Her birinin tek şerefesi ve gümüş grisi bir alemi bulunan dört minare, binanın köşelerinden yükseliyordu; merkez kubbeden o kadar uzaktılar ki, aynı yapıya ait olduklarına inanmak güçtü.
Victoria devri tarihçilerin Bizans'a olan nefreti uzun bir gölge yapıyordu. Norwich 1869'da yazan W. E. H. Lecky'yi şu şekilde alıntılıyor; "Bizans, hiçbir istisna olmadan, şimdiye kadar oluşan en basit ve aşağılık uygarlıktır (…) rahiplerin, hadımların ve kadınların monoton entrikaları, zehirlenmelerin, komple teorilerinin, nankörlüğün ve aralıksız kardeş kıyımlarının öyküsü." Neden Bizans'a karşı bu kadar büyük bir öfke var? Belki de bir tarihçinin düzene olan aşkından dolayı. Bizans, Batı'nın aydınlığa olan istikrarlı yürüyüşünün öyküsüne uymuyor. Modern insanlığa işe yarar bilim ve orijinal edebiyatlar bahşetmedi -gerçi son derece güçlü skandallara karışan tarihçileri vardı Ve tabii ki, sonu kötü bitti. Ama Bizans'a yukardan bakma ve görmezden gelmenin ana nedeni, uygarlıktaki dinin merkezi görevi. Çünkü bu Akdeniz dünyasının tarihindeki dine en hevesli kültürdü. Hristiyanlığı halkına dayatmaya çalışan Romalı bir imparator tarafından kurulsa da, Hristiyan dünyasının merkezi olması zaman aldı. İnsanı hayran bırakan güzelliği ve radikalliğiyle Kutsal Hikmet Kilisesi Ayasofya, imparator Justinianus tarafından inşa edilirken bile -537'de kutsanmıştı ve dünyaca ünlü kubbesi şu an bir caminin tepesinde- şehirde birçok pagan mabet ve Roma tanrılarının heykelleri vardı. Klasik ve Hristiyan ortaçağ dünyalarının arasındaki menteşe, hukuk, askeri, mühendislik, eğlence, öğrenim ve ekonomisiyle Bizans'tı. Ama bu gıcırtılı ve ağır oynayan bir menteşeydi.
Sayfa 254 - Yakamoz YayınlarıKitabı okudu
187 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.