“Doldurulan biricik zaman, istemenin görüngüsünün kalıbı, şimdidir. Birey için zaman hep yenidir. O, her zaman yeniden varolduğunu duyumsar. Çünkü yaşam yaşama isteğinden ayrılamaz, yaşamın tek kalıbı da şimdidir. Ölüm (benzeri yinelemek için ayrılmayı dileriz) güneşin batışı gibidir. Gece, batan güneşi gözle görülür biçimde yutar. Gelgelelim,
Not: Yazdığım yazıların tamamını bu gönderide okuyabileceğiniz gibi, gruplandırdığım bazı yazıların başlıklarının yanına koyduğum linklerden gönderilerin sayfasına tek tek de ulaşabilirsiniz.
MASALLAR:
1- Çoban Köpeği ile Sokak Köpeği: #36186167
2- Minik Kedi Yavrusu: #36584901
3- Köpek
Hikayemiz bu ileti altından yürütülecektir.
Katılımcı sırası ve yorumlar için: #11646309
NigRa
Saat gece yarısını çoktan geçmiş "yarım" diye belirtilen 12.30'u göstermekteydi. Akreple yelkovan iki ayrı uçtaydı, kavuşamayan iki aşık gibi diye düşündü. Sonra aklı yine yarım kavramına kaydı. 24'ün yarısı 12
Saman zaman içində xəlbir zaman içində bir çiçək yaşarmış . Hər çiçəyə bir ad verərlermiş amma bu çiçəyin bir ismi yoxmuş. Birdə bu çiçək tək boylanarmış göyə sarı ətrafında başqa çiçək yoxmuş ola - ola alaq otları varmış. Bu təklik və mahiyyətsizlik çiçəyə bir dərd olmuş küsmüş gün işığına. Açmam demiş ... Solub saralaram demiş... Tamam tükənmiş
...
Ne yazık ki, insan kendini olduğu gibi sözcüklerin içine koyamıyor; koyabilse ne iyi olurdu, karşı gelindi mi, sözcük savunurdu kendini, ya da yok olurdu...
İnsanların öldüğünü gördüm. Sevenlerin ayrıldığını. Her gün tekrar eden zulmü ve açlığı…
Bütün bunlar bana gösterdi ki, hayatta hiçbir şey acı çeken bir insana duyacağımız empatiden önemli değildir. Hiçbir şey!
Ne kariyer, ne servet, ne zekâ, ne mevki… Soylu bir hayat yaşayacaksak, başkalarının acılarına kayıtsız kalamayız.
Audrey Hepburn
-Gettoda dikenli tellerin ardında yaşıyorduk... Salı günü olduğunu bile hatırlıyorum, nedense sonradan günlerden salı olduğuna dikkat etmiştim. Salı... Hangi aydı, ayın kaçıydı hatırlamıyorum ama salıydı. Tesadüfen pencereye yanaştım. Bizim binanın karşısındaki sırada bir oğlanla kız oturmuş öpüşüyorlardı. Kıyımların, idamların ortasında. Öpüşüyorlar! Bu barışçıl manzara beni sarsmıştı...
Sokağın öteki ucunda -kısa bir sokaktı- Alman devriyesi belirdi. Onlar da gördü, bir şey kaçmaz ki gözlerinden. Ben ne olduğunu anlayamadan... Fırsat olmadan... Bir çığlık. Patırtı. Silah sesleri... Ben... Hiçbir şey düşünemeden... İlk hissettiğim korkuydu. Sadece oğlanla kızın ayağa kalktıkları gibi düştüklerini gördüm. Birlikte düştüler.
Sonra... Bir gün geçti, iki gün... Üç... Ben devamlı bunu düşünüyordum. Neden evde değil, sokakta öpüşüyorlardı, anlıyor musunuz? Öyle ölmek istemişlerdi de ondan... Nasılsa gettodan sağ çıkmayacaklarını biliyorlardı ve başka bir şekilde ölmek istemişlerdi. Aşktı bu muhakkak. Ne olacak başka? Ne olabilir ki... Sadece aşk. Anlattım size işte... Hakikaten de güzel olmuş değil mi? Ya gerçekte? Gerçekte ben dehşet içindeydim...
Evet... Başka mı? Durun düşüneyim... Bir mücadelele vardı... Güzel ölmek istiyorlardı. Bunu özellikle seçtiklerinden eminim...
Niye bu ülkede adı bir pisliğe karışmamış, alkolü ağzına koymamış, halkı eğitmekten başka bir derdi olmamış, kültürlü, görgülü, aydın bir isim olan #SakallıCelal, nâm-ı diğer #YalınızCelal hiç ağza alınmaz da; nerede bir musibet varsa peşinde koşanlar, #alkolsüz ve s*lahsız gezmeyi, iş yapmayı eksiklik gören, sonradan görmeler ağızlardan
Gün mü aydı ?
güneş mi doğdu ?
ay mı battı?
Senin kaybettiğim o günden beri
Hiç bir anlamı kalmadı .
Cüzdanımda kalan resminde ki o gülen yüzünden başka...
(Sevim Batur)
Günaydın Deme Sanatı
Gün aydı da, sen aydın mı arıyorsun Ahmet Abi? Arama! İşte buradalar, oturmuşlar ikisi bir masaya. Gülümseyen adam, Rıfat Ilgaz... Gözlüklü olan, Edip Cansever... Memleketin hâli gibiler Ahmet Abi! Gülen ayva, ağlayan nar gibiler. Tam tamına bizim gibiler, halkın ta kendisi gibiler. Ağlarken güler, gülerken ağlar gibiler. “Gülmek bir halk gülüyorsa gülmektir,” değil mi Ahmet Abi? Oturmuşlar ya, Rıfat Hoca masaya bir sarı yazma serecek birazdan, sonra koyacak Rukiye’nin saçından bir tutam, mum satan bir baba, birkaç hastane odası, bayrağını çekmiş bir vapur...
Edip Cansever koyacak Funda Oteli’ni, bezik oynayan kadınları, yer çekimli karanfili masanın tam ortasına... Rıfat Hoca kalır mı aşağı, o da dökecek Hababam Sınıfı'nı masaya tek tek. Ama sanma ki bu kadar! Edip Cansever avucunda bir gül döndürecek ve koyacak masaya ilk yaz şikâyetçilerini... Dudaklarını bilen, öpülmeyi bilmeyen bir kadını... Gelinciğin ikinci tadına benzeyen bir sevdayı... Malatya kokan bir istasyonu... Antep’in kırmızı düzlüğünü...
- Akgün Akova, Günaydın Deme Sanatı (syf.180-181)
MEVLÜD
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Zatına layık şekilde, hamdu sena Allah’a
Sınırsız selat ve selam, yüce Resulullah'a
Nurlandırıp güçlendirdi, bu biçare ümmeti
Verdi rahmetinden bize, habibi Muhammedi