"Batı İran'ı ezmek istemez, hatta sever"
Ş.Teoman Duralı
Daha önce "Lübnan bataklık olur" diyerek uyarmıştı. Felsefe profesörü Teoman Duralı şimdi de "Lübnan savaşı İran'a saldırının ön hazırlığı mı" sorusunu yanıtlıyor. "Yahudilerin en çok sevmeleri gereken millet Fars milleti olması lazım"
“Git artık beni yalnız bırak” der kocasına Marianne. Neden söylediğini de bilmez üstelik. Yeni yüzme öğrenen birinin ilk defa boyunu aşan suya balıklama atlamasıdır, ilk defa kimse tutmadan pedalları çevirmesidir, ilk defa tek başına araba kullanmasıdır onun “beni bırak” derken yalnızlığın kollarına kendini bırakması….
Bir kadın ne zaman
27 Mayıs 1960 devrimi O'nu ümitlendirmiş, pek çok kişi bu devrimden kişisel fayda ümit ederken, O, cahil, kısa görüşlü ve kıt akıllı kişilerin 1946'dan itibaren giderek artan bir yaygınlık ve cüretle küllendirdiği Atatürk aydınlanmasının korlarından yeni bir aydınlanma ateşi tutuşturmanın ümit ve heyecanıyla Rönesans ve hümanizma konusunda bir seri yazı planlamış, seminerler düşünmüş, eğitim plânlaması için "Onbirler Komisyonunda"-6 Ekim 1960'da Çankaya'da Cemal Gürsel başkanlığında yapılan toplantı ümitlerini kırmış olmasına rağmen- görev kabul etmişti. İlginç ve karakteristik bir rastlantı neticesi son yazısının konusu "Garba yönelme nedir?", bunun da son cümleleri: "Çare Fikret'in dediğidir: Hak bellediğin yolda yalnız gideceksin!.. Üzülmemeli; çünkü hak yolunda yalnız kalındığı görülmemiştir" olmuştu.
Bir aralık Yahudileri hoşnut etmek ve bu sayede kendisine çekmek maksadıyla Muhammed, Kıble yönünü Mekke'den Kudüs'e çevirir. Fakat az geçmeden anlar ki bu yaptığı iş faydasızdır; zira Yahudiler ona yanaşmazlar. Üstelik de bazı Müslümanlar, Kıble'nin Kudüs yönüne çevrilmesini yadırgamışlardır. Yahudileri kazanamayacağını anlayınca
“Bir toplumda aydınlanma ihtiyacının semptomu, alameti nedir diye sorarsanız, cevabım şu olur: Bir ruhban sınıfının oluşması. Zira ruhbanın oluşması insanın taklid’e düşmesi ve hayvaniyet’e gerilemesi demektir. Vicdan üzerinde vesayetin başlangıcıdır.”
“Bilgiye, ruhani ve uygarlaştırıcı yeteneğini veren de budur. "Aydınlanma nedir?" diye sorar Kant. İnsanın, azınlığının dışına çıkışıdır, diye cevap verir ve bundan sadece bilgiyle çıkılır: "Sapere audel Bilmeye cesaret et! Kendi öz sağduyunu kullanma cesaretini göster. İşte, Aydınlanma'nın özünü dile getiren söz." Asla ahlakçı olmasa da (tanımak yargılamak değildir, yargılamak tanımak değildir), yine de bütün bilgi bir ahlak dersidir:”
Sufi terimi fena, "yok olma" veya "yok olma" anlamına gelir. Bireysel egonun aşkınlığını ifade eder ve Sufizm'de nirvana , "söndürme" (kelimenin tam anlamıyla bir mumun sönmesi) ile doğrudan eşdeğerdir. Bazı Sufiler, nirvanayı , Budizm'de Boşluğun Berrak Işığı olarak bilinen nur-u fana - Yokoluş Işığı ile
Kant, "Aydınlanma Nedir?" adlı makalesinde Unmündigkeit'ı, yani "ergin olmama''yı aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamamaya dair bir yeteneksizlik olarak tanımlar.
Montesquieu bu bağlamda Aydınlanma düşünürleri arasında önemli yer tutar. Gerek Locke’un fikirleri gerekse İngiltere’nin siyasal yapısı Montesquieu’nün bu konudaki düşüncelerini etkilemiştir.
18. yüzyıl, felsefenin ilk olarak siyasallaştığı yüzyıldır.
Her şeyden önce yürürlükteki siyasal ve dinsel yetkelerin tartışılması gerekiyordu. Aydınlanma böylece bir eylem felsefesi oldu.