20. Yüzyılda Devrimler, İşçiler, Partiler ve Liderler
XX. yüzyılın tarihi, devrimci önermelerin geçerliğine, özellikle de dünyanın yazgısını işçi sınıfının çizeceği yolundaki görüşe, en hafif deyimiyle, gölge düşürdü. Öte yandan, bu yüzyıldaki tarihsel değişmeleri işçi sınıfının tek başına belirlediğini de artık savunamayız. Çağımızın büyük devrimleri hep geri kalmış ülkelerde oldu. Bu ülkelerdeki
Sayfa 205-208
Kişi yaşadığı toplumun, yani milletin kültüründen süt emmemişse tahsil ettiği bilgilerle, âlim olamıyor, mütefekkir olamıyor. Ancak, bilinci düşük bir nakilci, daha doğrusu kötü bir kopyacı oluyor...
Reklam
Devletle uygarlık arasındaki ilgi kesilince, uygarlığın en belirgin görüntüsü olan edebiyat da felce uğrar. Çünkü her edebiyat, bir uygarlık birikiminin ve tecrübesinin ürünüdür. Uygarlığın sarsıntısıyla edebiyatın sarsıntısı birbirine yakın grafikler çizer. Nasıl ki uygarlığı tanımak, onun edebiyatını tanımak yahut bir edebiyatı tanımak o uygarlığı öğrenmek anlamına geliyorsa devlet de ulusunun uygarlığını edebiyatını tanımak, bunları kendisine temel yapmak mecburiyetindedir...
Ciddi bir uygarlık birikimi olmayan toplum, herhangi bir uygarlıkla tanışınca onu benimseyip özümseyince yeni dinamizm kazanarak güçlenip büyüyebilir ama büyük bir uygarlık düzeyine ulaşmış toplum, kendi uygarlığını bırakarak başka uygarlığın dünyasında kendine yer aramaya yeltenirse bunun sonucu yıkım olur...
Anlaşmak için, önyargılardan silkelenmek baş şarttır. Üstünde sabit kalınması şart olan yalnızca Tanrı buyrukları olmalıdır. Yani kesin, yoruma gerek olmayacak kadar açık ilahi buyruklar. Onun dışında bulunan, insan üretimi bütün düşünceler, bütün eylemler, doğruyu araştıran insan için, en azından tartışma konusurdur. Tartışılmazsa “tabu” olur, put olur onlar. Tabularsa bir toplumun ilerlemesinin önündeki uçurumlardır...
Kargaşalığın, kutuplaşmaların, vuruşmaların temelinde, hep karşısındakini dinlememe ahlâkı yatar...
Reklam
Günümüz, birazcık okuryazar olan herkese aydın gözüyle bakmaktadır. Hele hele o kimse bir de yükseköğrenim belgesine sahipse...
Hayatı bir külfet hâline getirmişiz. Kolayı zora çevirmişiz, düzlüğü sarp kılmışız. Bu yüzden günlerimiz bir işkencedir. Açlığımızın dineceği yoktur. İhtiyaçlarımızın sınırını sildiğimiz için, ihtiyaç sınırsızlaştı. Onu doyurmak, dindirmek imkânsız oldu. Azgın iştahın doyması mümkün değildir. Doymaktan çatlasa bile, doymamıştır azgın iştaha...
Gerçek aydın, yurtseverdir, idealisttir. Bu yüzden de geri kalmış ülkelerde nasibi, daima çile doldurmaktır...
Reklam
Gözü, gönlü tok birinin zenginliği nasıl hayırlı bir zenginlikse açgözlü birinin zenginliği, hatta fukaralığı da o derece zararlıdır...
Batının tekniği karşısında ezilmenin güdüsü, dış görüntümüzü Batılılaşma suretiyle tatmine itilmiş. Tekniği almamak, alamamak, onun bazı ürünlerini ithal etmekle telafi edilmiş. Ülkenin mübrem ihtiyaçlarına cevap verecek sanayi oluşturmanın çabası, sancısı yerine körüklenen tüketicilik, uzun yıllar Türkiye'yi Batı'nın pazarı hâlinde tutmuş. Montaj sanayisi, işte bu sancısızlığın, hazıra konma kolaylığının uzantısıdır ve şüphe yok ki Batı yönlendirmesinin bir neticesidir...
İslâm'ı mahkûm kıldılar ama imha edemediler...
İslâm mahküm kılınmasaydı Türkiye bugünkü sosyal, siyasal, ekonomik buhranlara düşmez; anarşinin, terörün pençesinde kıvranmazdı. Başka hiçbir dünya görüşü değil, sadece İslâm düşman olarak görüldü yıllarca. Yakın tarihimiz, irtica adı altında, İslâm'la mücadele etmenin tarihidir. Fanatik bir Cumhuriyet devrimcisi, daha doğrusu beyni dondurulmuş bir Batıcı kafasıyla değil, soğukkanlı bir yaklaşımla siyasi tarihimizi gözden geçiren herkes, açıkça görebilir ki Tanzimat'tan beri devletin gerçekleştirmeye çalıştığı bütün devrimlerin temelinde, İslâm'ı hayatımızdan söküp atmanın cehdi vardır. Bugünkü bunalımlarımız, İslâm'a karşı açılan savaşların başarısıyla orantılıdır...
Bu düzen, kendisine silah çekecek kadar düşmanlığını açığa vuranlardan daha ziyade, gerçek inançla bütünleşmiş olanlarımızı düşman görüyor hâlâ...
Resim