Öncelikle Stefan Zweig Türk karakterler kullanarak sanki yeniden hikayeler yazmış gibi hissettim. Fakat yine de bu durumun Ayfer Tunç'un yazımında kusur gibi görünmesini istemem. İnsan ilişkilerinin baş mesele olduğu hikayelerde, terk eden, çok seven, sevdiğinden emin olamayan, eza eden açılamayan, hüznünü ve sevincini gösteremeyen, dövüşen, vazgeçen erkekleri görüyoruz. Son hikayeyi saymazsak( ki son hikayede de aslında mazur kalınmak var) genelde kadın; erkeğe maruz kalan ikincil bir karakter olarak sunulmuştur. Karakterler aslında çok sıradan ve gösterdikleri her eylemde kafalarında derin düşünceler yok. Şöyle bir baktığımızda savrulan insanları görüyoruz. Akış içinde büründükleri roller ve ulaştıkları nihai insan tiplemeleri sarı, küflü, hasta ve üzgün bir mahiyette seyrediyorlar. Çoğu zamanda kursakta bırakılan hevesler ve çabucak biten mutluluklarla aslında hepimiz ölüm gibi bir drama hazırlanıyoruz. Albert Camus kokan bu ölüm teması yazarda varoluşçu bir edebiyatın izlerine de olanak tanıyor.