Yalnızca sizden fazla birşeyi var: o da sizi ezmek için ona sağlamış olduğunuz üstünlük. Eğer siz vermediyseniz, sizi gözetlediği bu kadar gözü nereden buldu? Sizden almadıysa, nasıl oluyor da sizleri dövdüğü bu kadar çok eli olabiliyor?
Özgürlük öylesine büyük ve öylesine hoş bir iyiliktir ki, bir kez kayboldu mu tüm kötülükler arka arkaya sıralanır; bu durumdan sonra hala yok olmamış İyilikler ise kullukla yozlaştıklarından dolayı lezzetlerini kaybederler.
Trenlere, uçaklara, gemilere biniyorlar ve bir yere gittiklerine inanıyorlar. Bana sorarsanız hepsi düş! Yerleri değişse de yine bulundukları yerdeler.
Günümüzde serbest zaman, aslında -maddi ya da gayrimaddi- meta tüketimine ayrılmıştır;
böylece, çalışma dışındaki zaman gırtlağına kadar meta fetişizmine batmıştır.
Gelgelelim ölümü intihar etmek durumunda kalmadan da kontrol edebileceğimiz bir yol vardır. Ne kadar heyecansız ve gösterişsiz görünürse görünsün, ölümün "evcilleştirilmesi" disiplinli bir " yaşam içinde ölüm" pratiği gerektirdiği için intihardan daha zorlayıcı bir eylemdir.
Felsefe kendinden tiksinme hissiyle yakından alakalı olarak merak değil utanç duyarak başlar. Eğer kendinizden fazlasıyla memnunsanız, utandığınız herhangi bir şeyiniz yoksa olduğunuz gibi mutlusunuzdur ve felsefeye ihtiyacınız yoktur.
Birşeye sahip olmadan mutlu yaşanabileceğini keşfetmiş. Ama asıl şaşırtıcı olan, bu hadsiz keşfine rağmen onu sağ bırakmaları. Dünyanın temeline dinamit koymak demek bu...
"Sadaka vermekten duyulan haz mağrur, ahlaksız bir hazdır... Sadaka, vereni de alanı da bozar. Üstelik amacına da varamaz, çünkü yoksulluğu kökleştirir yalnızca..." ( Cinler, Dostoyevski)
Bugün iktidarlar üniversitelerimize giremeyen başörtülü kızlarımızın sorunlarını dile getiriyorlar. Haklılar. Ama ya yarı aç , saatlerce, sigortasız çalıştırılan başörtülü kızlarımız ve kadınlarımızın meseleleri?