"Bir gün, dikdörtgen bir aynanın sırlanmış yüzünü çakıyla çizerek ikiye böldüm. Aynanın bir tarafının arkasındaki siyah sırrı, çakının ucuyla kazımaya başladım. Kazıdıkça aynanın sırlı yüzünün siyahlığı gidiyor, rengi açılıyor ama ayna da yansıtma özelliğini kaybediyordu. Aynaya yansıtma özelliği kazandıran onun sırlı yüzüydü, yani simsiyah yüzü.
Cam benim hayatımdı. Bana, bizzat bana bakan yüzüyle, O'na bakan iki yüzü vardı. İnsanoğlunun ezeli ve ebedi sorusu şu muydu yoksa? Sadece bir cam parçası mı olmak istiyorsun, yoksa ayna mı? Bir ayna olarak O'nu anlatan bir hayatım olacaksa, camın bana bakan yüzünün karanlık ve siyah olmasına rıza göstermeliydim. Bu, sadece bir cam parçası olarak kalmaya göre çok daha değerliydi. O'nu anlatan bir hayata sahip olmanın bedeli, hayatın kendimize bakan yönünün karanlıkta kalıp görünmezleşmesine razı olmaktı.
Kendisine benzeyen, ona baktıkça kendisini görebileceği biri lazımdı hayatına . Söz bilir, hal bilir, hikmet bilir bir ayna .
Söyle bana!..Var mı bu dünyada, derdimden anlayan biri, ey ayna!..
Tamamen ayna, ayna söyle bana durumu, çünkü aynen paranın iktidar unsuru olması gibi, aynen silahın iktidar unsuru olması gibi güzellik de bir iktidar unsurudur.
Mersi, almayayım, şahane olmak istemiyorum. Eski bir şiir kadar hüzünlü olmak istiyorum sadece. Ama olamıyorum. Madem olamıyorum, bari kızıl olayım. Ayna ayna söyle bana, kestikçe saçlarımı bir şey değişir mi hayatımda? İleriye akan zaman, bir yolunu bulup geriye akar mı?
"Ayna ayna, söyle bana, en güzel kim; eh bu ben değilim, ben olamam, bunu nerden mi biliyorum, biliyorum çünkü benimle konuşulduğunda hep bir başkasından söz edilir."
1538'de annesi Helena'nın ölümüyle Çar iV. ivan (veya Korkunç Ivan) sekiz yaşında öksüz kaldı. Önündeki beş yıl boyunca soylu sınıfın, ülkeye korku salmasını izledi. Arasıra genç İvan'la alay edip ona taç giydirir, eline asasını verir ve tahta çıkarırlardı. Küçük çocuğun ayakları koltuğun kenarından sarkarken kahkahalar içinde onu
Bugün bayram sevdiğim
Can diyerek bakıyorum uzağa
Sen mi ayna, ayna mı sen, bilmedim
Ben yine bir evde yapayalnızım
Neyi arıyorum ben yine bir sokakta
Kâh bayramdan bîhaber avareyim
Kâh kendimi bekliyorum
Pınarları kuruyan bir durakta
Kitap 1932 yılında yazılmış distopik bir kurgu.
Olaylar bir kuluçka merkezi gezisi ile başlıyor. Bu merkezde insanlar tabiri caizse “üretiliyor” ve bu insanların hayatlarının devamında yapmaları gereken şeye şartlandırılıyor.
Herkes şartlandırıldığı şekilde hayatına devam ederken bir aykırı karakterimiz var, Bernard. Bernard kendini buraya ait