RİSALE-İ NUR'DA VERASET-İ NÜBÜVVET SIRRI VAR
Muhyiddin-i Arabî, Fahreddin-i Râzî'ye mektubunda demiş: "Allah'ı bilmek, varlığını bilmenin gayrıdır." Bu ne demektir, maksad nedir? soruyor. Evvelâ: Ona okuduğun Yirmiikinci Söz'ün Mukaddemesinde, tevhid-i hakikî ile tevhid-i zahirînin farkındaki misal ve temsil, maksada işaret eder. Otuzikinci Söz'ün İkinci
Sayfa 330
"Birayı eski Mısırlılar icat etmiştir" dedi. "Hangi şu mumyaları yapanlar mı?'' "Aynen öyle. Gerçi bununla benim anlattığım arasında bir bağlantı yok. Daha doğrusu, umarım yoktur. Mesele şu ki Mısırlı­lar limonata da icat edebilirlerdi; ama onlar bi ra icat etmeyi tercih ettiler
Reklam
Uzun ama mühim! Okuyalım
Evet, hep vurguladığımız gibi kavramlar asla önemsiz şeyler değil. "Maneviyat" gibi tevhid kavramları üzerinde ciddiyetle durmamız gerekir. Eğer bu konuda özensiz olursak bir süre sonra küfrün kavramları tevhid kavramlarının yerine geçer. Kavramların tasfiyesinin ilk basamağı tevhid kavramlarıyla küfrün kavramlarını eş tutmaktır. Aynen
"Kendine ve çevresine şöyle bir inceleme gözüyle bakan herkes her şeyin tevhide dayalı olduğunu kolayca fark edecektir. mesela, İnsanın uzuvları birbiriyle öylesine bir yardımlaşma ve her bir hücre bütün beden ve öyle bir iç münasebet içindedir ki, tek bir hücreyi kim yaratmışsa, bütün bedeni de onun yarattığı netcesinde varmamak mümkün değildir. aynı şekilde normo- Alem olarak insanın temsil ettiğine inanılan kainatı meydana getiren unsurlar, hem birbirleriyle, hem de bir bütün olarak kainatla öylesine bir münasebet ve uyum içindedir ki, insan, zerrelerden kölelere kadar bütün kainatın aynı yaratıcı tarafından yaratıldığına inanmaktan kendini alamaz. ayrıca, bir atomda gözlenen hareket, Güneş sisteminin hareketi ile aynıdır. sonra, "yaratmaya nasıl başlamışsak, onu aynen iade ederiz" Enbiya suresi/ 21:104;Araf suresi 7: 29; Yunus suresi 10 :4 )ayetinde de ifade buyurulduğu gibi ,her şey bir'den çıkmak da ve bir' de neticelenmektedir."
Sayfa 2174Kitabı okudu
Ben insanın özüne "can' diyorum. İşte, nasıl ki çiçeğin suya, güneşe, toprağa ihtiyacı var; insan ruhunun, 'can'ınında aynen öyle beslenmeye, doyurulmaya ihtiyacı var. 'Can'ın besini, diğer 'can'lardır. Bu gişedekiler bir süre sonra kendilerini para alan ve para veren makineler olarak görmeye başlıyorlar. Özleri beslenemiyor; soluyor, kuruyor. Solan 'can' , dış dünyaya, depresyonda bir insan olarak yansıyor.
Şu âyet-i kerimenin işaret ettiği "tearüf ve teavün düsturu"nun beyanı için deriz ki: Nasılki bir ordu fırkalara, fırkalar alaylara, alaylar taburlara, bölüklere, tâ takımlara kadar tefrik edilir. Tâ ki; her neferin muhtelif ve müteaddid münasebatı ve o münasebata göre vazifeleri tanınsın, bilinsin.. tâ, o ordunun efradları, düstur-u teavün altında, hakikî bir vazife-i umumiye görsün ve hayat-ı içtimaiyeleri, a'danın hücumundan masûn kalsın. Yoksa tefrik ve inkısam; bir bölük bir bölüğe karşı rekabet etsin, bir tabur bir tabura karşı muhasamet etsin, bir fırka bir fırkanın aksine hareket etsin değildir. Aynen öyle de: Heyet-i içtimaiye-i İslâmiye büyük bir ordudur, kabail ve tavaife inkısam edilmiş. Fakat binbir bir birler adedince cihet-i vahdetleri var. Hâlıkları bir, Rezzakları bir, Peygamberleri bir, kıbleleri bir, kitabları bir, vatanları bir, bir, bir, bir.. binler kadar bir, bir... İşte bu kadar bir, birler; uhuvveti, muhabbeti ve vahdeti iktiza ediyorlar. Demek kabail ve tavaife inkısam, şu âyetin ilân ettiği gibi, tearüf içindir, teavün içindir.. tenakür için değil, tahasum için değildir!..
Sayfa 321
Reklam
1.000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.