Gökçen serisi çokça sevip bağlandığım, karakterlerini gerçekten tanımış gibi olduğum daima aklımda kalacak bir seri..
Bana kendimi bambaşka bir evrende gibi hissettirmeyi başarmış, samimi diliyle iyi hissettirmişti. Bitirince duygulandım bu yüzden. Kendimi bir süre zaman geçirdiğim arkadaşlarımla vedalaşmış gibi hissettim karakterler o derece iyi
Mary Beard konuya gerçekten çok hakim. Bunu kitap boyunca çok güzel hissediyorsunuz. Okurken tam olarak "işte araştırma/inceleme böyle olur" dedim. Bildiğini okuyucuya aktarmayı da aynı şekilde çok iyi başarıyor. İrem Sağlamer'in harika çevirisi ise beni okurken ayrıca keyiflendirdi, sanki kitap okumuyorum da yazarla sohbet ediyormuşum gibiydi.
Kitapta; fotoğrafı çekilmiş harika bir Roma İmparatorluğu görüyorsunuz. Tarihi kişilikler, toplumsal hayat, imparatorlar, gündelik yaşam, cereyan eden trajik olaylar çok sayıda görselle desteklenerek güzel ele alınmış. Cumhuriyetten İmparatorluğa geçişi, Kuruluşu ve Yükselişinin perde arkasını çok net görebiliyorsunuz. Kitabı asıl değerli kılan ise yazarın yaptığı yorum ve çıkarımlar. Erken Roma tarihi üzerine dilimize tercüme edilmiş en verimli kitaplardan birisi olduğunu düşünüyorum.
Fakat söylemek isterim ki, kesinlikle bir başlangıç kitabı değil. Roma tarihi hakkında az da olsa bilgili olmak gerekiyor. Sıfırdan başlayanlar için öyle düşünüyorum ki boğucu olacaktır.
Ben çok keyif alarak okudum, tavsiye ederim.
Bazen düşünüyorum demek ki biz tek başına ümmet olan İbrahim'in yerinde olsak hâşâ neler yapardık. Bir empati yapalım mı? Düşünsenize her yerden odunlar toplanıyor, devasa bir mancınık kuruluyor, emsali görülmemiş bir ateş yakılıyor kimin için? Bizi cayır cayır yakmak için. Başımızda bir tane siyah saç kalmadığı gibi hâşâ ve kella Rabb'imize demediğimiz lafta kalmaz! "Aman ya Rabbi; ben senin dinini tebliğ ettim, niye kurtarmıyosun beni, ben sana güvendim sen beni kimlere teslim ettin, hadi kurtarsana beni! Bak ateşi yaktılar" vesaire, demediğimiz kalmaz.
İtiraf edelim; biz buyuz gerçekten. İllâ İbrahim olmamıza gerek yok ki, hayatımızdaki ufacık mevzularda aynı kelamları söylüyoruz zaten. Kocaya, çocuğa, mala, mülke, ev işlerine... Ah ya ah! Peki İbrahim peygamber ne yaptı? Çok sakindi, zikrullah dilindeydi. Yansa da razıydı, yanmasa da razıydı. Çünkü safı belliydi, ne olursa olsun başına ne gelirse gelsin asla kaybetmeyecekti ki! Mancınık fırlattı onu ateşe doğru, havada yetişti Cebrail "benden yardım ister misin?" buyurunca; "ey Cibril! Rabbim benim bu halimi görüyor ve işitiyor, biliyor. Senden ne isteyebilirim ki?"
SPOILER İCERİR(diziden bilmediğiniz bir şey yok)
Kitapta en çok hoşuma giden karakterlerin iç dünyasını inceleme şekli. Sayfalarca Nihal’in iç dünyasına şahit oluyoruz, bu sırada bana acaba Bihter ve Behlül’ün ilişkisi nasıl gidiyor diye düşündürüyor. Sonrasında hiç beklenmedik bir sahnede Nihal’den çıkıp Behlül’ün iç dünyasına geçiyoruz ve bu
Sen siste dolanan bir arzu olduğun zamanlar ben de aynı siste dolanan bir arzu olarak oradaydım. Sonra birbirimize aktık ve isteklerimizden düşlerimiz doğdu. Ve o düşler sınırsız zamandı ve ölçüsüz boşluktu.