Bana yumuşak huylu olmayı aynı zamanda da haksızlık karşısında dik durmamı öğreten, bilinçli, çevresine saygılı davranmayı, büyüklerine saygıda kusur etmemeyi, daima sevgi ile kalmayı öğreten ilk öğretmenim annem bugün bana; kızım o güzel ellerinden bir sarma yesek ne güzel olur dedi. Ben yerimi annemden öğrendim. Sonra dedim ki üslubun güzelse eğer dikeni gül eder, üslubun güzel değilse de anlattığın gül çiçek değildir. Muhatabımız gerek çocuk gerek büyük olsun insanın ifade edici dilini etkili kullanabilmesi gerekiyor. Bencil, egoist dili kullanmak yerine kalpleri yumuşatacak, iki insanın arasında muhabbeti sürekli kılacak dil ile konuşmak ve üslubun kimliğimiz olduğunu unutmamak elzemdir.
Not: Bu inceleme, bir incelemeden çok daha fazlasıdır.
Yazım uzun olduğu için ve anlaşılma kolaylığı sağlamak adına sekiz bölüme ayırdım ve böylece daha ilgi çekici olduğunu düşündüğünüz yerlere gidip okuyabilirsiniz:
– Giriş
– Kitapla İlgili Düşüncelerim
– Nietzsche'nin Ailesinin Sağlık Geçmişi
– Nietzsche'nin Sağlık Geçmişi
– Turin
Siz hiç insanlarla anlaşamadığınız bir yerde bulundunuz mu? Aslında insanlarla anlaşamamak derken geçinememek değil burada kast edilen. Dil olarak aynı dili konuşmamak da değil.Burada kast edilen aynı dili konuşup bir o kadar da farklı dili konuşmak.
Bu kitapta isimleri ve konuşmaları farklı olsa da kalpleri tertemiz insanların memleketi Manistan'ı tanıyacaksınız ve iki arkadaşın okulda başlayıp Manistan'a uzanan hikayesine tanık olacaksınız.
.. kimsenin uğramadığı bu yere oturdum. Burayı artık benimsemiştim. Burada ilk kez okuyup bitirmiş olduğum kitabın alıntısını taşın üzerine yazıp bana ait olduğunu da tescille-miş olmuştum. "İçimde yarım kalmış bir konuşmanın üzüntüsü var." sözleri Kürk Mantolu Madonna isimli kitaba ait olup bana da beni hatırlatıyordu. Oturup çantamdan suyumu ve yeni başladığım kitabı çıkarttım. Kitabı alıntıyı yazdığım yerin yanına bırakıp su içeceğim sırada bana ait olmayan bir başka yazıya denk gelmiştim. Buralara benden başka kimsenin uğramadığına emindim. Bu yüzden bana ait olmayan bu yazıyı görmek büyük bir heyecana kapılmama sebep olmuştu. "Niçin rüzgârlı son- bahar akşamlarında, sessizce yan yana yürüyerek ruhlarımızın konuştuğunu dinleyemiyoruz? Niçin yanımda değilsin?" diye devam ediyordu. Rastlantı olduğuna inanamayacak kadar güzel olmasının nedeni ise bu alıntının da yine benim yazdığımla aynı kitaba ait olmasıydı.
Yerimden kalktım ve çevreme bakındım ama ne birisine denk geldim ne de herhangi bir canlının varlığına. Gündüzleri bir iki tane yaşlı ablanın gelip burada yürüyüş yaptığını biliyordum ama benim oturduğum bu yere hiç kimse uğramazdı. O gün kitabımı okumak için orada vakit harcamadım. Derin düşün
Kadın ve erkek, genellikle aynı sevgi dilini konuşmazlar. Baskın sevgi dilimizi konuşmak hepimiz için doğal bir
eğilimdir ve eşimizin ona anlatmaya çalıştığımız şeyi anlamadığını gördüğümüzde şaşırır, hayal kınıklığına uğrarırız. Evet, sevgimizi ifade ederiz ama mesajımızı bir türlü karşı tarafa aktaramayız, çünkü sonuçta onların bilmediği bir
yabancı dilde konuşuyoruzdur. İşte bu kadar çok insanın cevabını aradığı soruların temeli buradadır.
Davranışlarımızı engelleyebilme, bireysel farkındalığımız, geçmiş ve geleceğe yönelik algımız dışında bir başka beceri de, kendi kendimizle konuşma yeteneğimizdir. Dr. Bronowski, diğerleriyle iletişim kurma konusunda diğer bütün türlere göre, sadece insanın sözel dil kullanma yeteneğine sahip olduğunu vurgular. Bu yeteneği geliştirmeye çocukluk
Uzun upuzun bir aradan sonra tekrardan merhaba...
Öncelikle herhangi kitap bitirmeyeli bayağı oldu sonunda bir kitap bitirebildiğim için mutluyum. Aynı zamanda 2024ün okuduğum ilk kitabı, edebi değeri daha yüksek bir kitap ile bu yılı açmak isterdim ama asla kitap okuyamıyordum. Hiç değilse bu da bir başlangıç. Kitap okuyamamamın sebebi ise daha
Biyoloji, psikoloji, din, sosyoloji... Bazen birlikte çalışan, bazen karşı karşıya getirilen kavramlar... Hepsinin de iki ortak noktası var: insanlar tarafından bilinmeyeni bilmek için kullanılıyor olmaları ve insanlar tarafından bilme amacı taşımadan işlerine geldiği gibi kullanılmaları. Maalesef biz ikinciye daha sık rastlıyoruz, hele konu
Altın Çağ'ın o safdil insanları bilimin zırhından istifade etmeden hayatlarını idame ettirmiş, doğa onları bir başına gütmüş ve gayet güzel yol göstermişti. Dil bilgisiyle ne yapacaklardı? Zaten hepsi aynı dili konuşuyordu ve konuşmak anlaşılır olmak dışında hiçbir kaygının ürünü değildi. Diyalektik ne işlerine yaracaktı? Henüz birbiriyle çatışan öğretiler yeryüzüne yayılmamıştı. Retorik de ne halta yarayacaktı? Kimsenin kimseyi yerden yere çalası yoktu ki. Kuralların yasalar kitabına mıhlanmasına gerek mi vardı? Çünkü esaslı yasaların anası "fenalık" henüz icat olunmamıştı.
𝐆𝐈𝐑𝐈𝐒
BU KİTABI MERAK EDİYORSUNUZ AMA KARARSIZ MISINIZ?
O vakit diğer incelemelere bakmayın bile. Çünkü diğer okurlar 'ergen' kitabı diyerek bu romana çamur atmışlar.
Kitapta çok fazla "felaket, lanet, sahtekar, kıyak, berbat", gibi kelimeler yer aldığı için bir ergen kitabı ve seviyesiz olduğunu düşünüyorlar. Onlara