...
Bana öyle geliyor ki biz şimdiden ölmüş sayılırız, körüz çünkü ölüyüz ya da bunu başka biçimde söylememi istersen, ölüyüz çünkü körüz, ikisi de aynı kapıya çıkıyor..
...
Ama, anlasana işte, sevilecek, inanılacak pek çok şey var.
Shakespeare’de Rembrandt’tan, Michelet’de Corregio’dan, Victor Hugo’da Delacroix’dan bir şeyler bulmak olası. Ayrıca Incil’de Rembrandt’tan bir şeyler, ya da Rembrandt’da İncil’den bir şeyler var, nasıl istersen artık? İkisi de aynı kapıya çıkıyor insan olayı doğru anladığı, yanlış yorumlar yapmadığı, kıyaslamaların eşitleme anlamına gelmediğini bildiği sürece -ki bu, özgün kişiliklerin erdemlerini azaltmak demek değildir- elbette...
...
Eğer bir adamı, resimleri inceden inceye incelediği için bağışlayabiliyorsan, kitap sevgisinin de Rembrandt’ı sevmek kadar kutsal olduğunu kabul etmek zorundasın; hattâ ikisinin birbirini tamamladığı kanısındayım ben.
...
Makyaj aleyhinde düşünceler öne sürmek, kadın olgusuna sataşmak gibi algılanıyor. Bir kadının makyajını begenmemek o kadını beğenmemekle aynı kapıya çıkıyor.
Makyajsız bir kadını sevmek, cahilce bir görsel kanaatkarlıkla izah ediliyor. Kozmetik endüstrisinin istilasına uğramış olan kadın, varlığına bu istilaya borçlu sanki. Dişilik, artık biyolojik değil kozmetik bir pozisyon. Son tahlilde, kadınların süslenmelerini önlemeye çalışmak beyhudedir fakat süsün ahlaki/entelektüel bir sorgudan muaf tutulmasına hiç mi itiraz edilmeyecek?