Teoman beni kollarına alıp başımın tepesini öptü. "Sana geçmişi önemsemediğime ve sonun olacağıma dair söz verdim. Şimdi bu yüzden uzaklaşıp gideceğimi düşünme. Ha, olay çıkarsa, malum şahıs gelirse karışmam diyemem ama buna kızdığım da hedefimin sen olmadığını bil."
Tüm atmosferi bozacağıma emin bir şekilde "Naif bir kız gibi tüm siniri bana yönelttiğini düşüneceğimi sana düşündüren ne? Ayrıca böyle 'sonun olacağım' deyince tehdit ediyormuşsun gibi oldu," dedim.
Teoman bezgin bir şekilde iç çekti. "Tüm romantikliği bozmakta üstüne yok, değil mi?"
"Sen de kullanacağın kelimeleri düzgün seç o zaman."
Yeniden iç çekerek beni bıraktı. "Bir gramer polisiyle çıkmam benim hatamdı."
"Nazi," diye düzelttim. "Gramer nazisi."
"Doğru, bu sana daha uygun."
"...Birini sevmek tam da böyle bir şeydi galiba, kaybettiğin her kim olursa olsun senin diğer yarın o boşluğu dolduruyordu.Sende eksik olan neyse onunla tamamlanıyordu."
Hep böyle miydik? Ne zaman masumiyeti bir zarla, zekayı sayısalla, güzelliği kiloyla, aşkı parayla, sağlığı sosyallikle, normalliği eşitsizliğe boyun eğmekle ölçer olmuştuk?