Ayşenur'un ablası ilgisizlikten öldü. Otuz altı yaşında. Bir sefer mutfakta tencere tava arasında ağlarken görmüştüm onu. Alakasız yerlerde ıstırap çekmek ıstırabı ikiye katlar. Bir mezar başında ağlamak çok daha makuldür, kimse neden diye sormaz. Piknikte çekilmiş bir fotoğrafı kaldı, kalmasa daha iyiymiş, yapıştırılmış gibi duruyor, sanki yok.
“Ne işin var burada?”dedim soğuk bir sesle. Her şey tamamdı. Buz bakışlar, ciddiyetle birbirine yapıştırdığım dudaklarım, kollarımı göğsümde bağlayışıma kadar baştan aşağı eksiksizdim. Tabii havalı çıkışım yerle yeksan olmadan yirmi saniye ancak öyle kalabildim. Anneme dert anlatmaya çalışıp aynı anda koşan Ilgın pencereye yapışan sinekler gibi sırtıma çarpmıştı. Onun koşuşturmasını fark edemediğimden ikinci kez Tolga'nın kucağına düştüm.
Şükürler olsun ki sahte nişanlım hacı yatmazlara benziyordu. Adama ne kadar çarparsam çarpayım sendelememişti bile.
“Beni özlemediğini söyleyeceksin ama kendini sürekli kucağıma atarsan nasıl inanayım sana?”
Tolga Sağlam'a sadece rezil olsam bir nebze kaldırabilirdim. Hem rezilliğimi seyrettirip hem de lafı yiyince üstüne soğuk su içmek geliyordu içimden.
Aşkı; seks, para, ün ve başarı için kılıf olarak kullanan birçok insan tanıdım. Aşk kelimesinin içinin boşaldığı şu günlerde bir kenarda sessizce oturup geçmişin aşklarını okumayı tercih ettim.
Mesela Roma, aşıklar şehri değil. Ya da Paris... Aşkı bir yere bağlayamazsın, bir kaba sığdıramazsın. Aşkın yeri ve zamanı yoktur. Sen ne kadar kural koyarsan koy, aşk her zaman kaçak oynar.
Oysa bazı şeyler,toplumun kurallaştırdığı gibi yanlış değildi.Asosyal olmak yanlış değildi,içedönük olmak yanlış değildi,geleneklere aykırı olmak yanlış değildi,duygusal ve romantik olmamak yanlış değildi;bunlar sadece birer kişilik özellikleriydi.