Vücutlarımız, birbirimize en kolay verebileceğimiz şeydir; asıl mesele, hayatımızı verebilmektir. Baştan aşağı bir aşkın olabilmek, bir aynanın içine iki kişi girip, oradan tek bir ruh olarak çıkmaktır.
Daha önce birçokları Tanrı’nın varlığını ispat etmeye ya da en azından akıl yoluyla kavramaya çalışmıştı. Ama bu tür Tanrı kanıtlarıyla ya da tezlerle uğraşan ve yetinenler inancı ve dinî içtenliği yitirir aslında. Çünkü asıl önemli olan Hristiyanlığın doğru olup olmadığı değil, benim için doğru olduğudur.
İki tür doğru olduğunu söylemişti Bohr; karşıtları kesinlikle yanlış olan yüzeysel doğrular ve karşıtları da kendileri kadar doğru olan derin doğrular.
Hegel’e göre akıl da dinamik bir şey, bir süreçtir. ‘Doğru’ da bu süreçten başka bir şey değildir. Tarihsel süreç dışında neyin en doğru ya da neyin ussal olduğunu belirleyecek ölçütler yoktur.
Ne olduğumuzu anlamayı umamayız. Belki bir çiçek ya da böceği tam olarak anlayabiliriz, ama kendimizi asla. Bütün evreni anlamayı ise daha da az umabiliriz.
Kant’a göre ne akıl ne de deneyim Tanrı’nın varlığını iddia edebilecek sağlam temellere sahipti. Tanrı’nın var olması akıl için ne kadar olasıysa, bir o kadar da olanaksızdı.