"Sen ne salak çocuksun!" diye haykırmış Değirmenci.
"Seni okula gönderiyoruz da ne oluyor, bilmem. Hiçbir şey öğrenemiyorsun. Oğlum, küçük Hans buraya gelse, sıcacık şöminemizi, güzel soframızı, koca kırmızı şarap fıçımızı görse, kıskanabilir; kıskançlık feci bir şeydir, herkesin kişiliğini bozar. Hans'ın kişiliğinin bozulmasına izin verecek değilim. Ben onun en iyi dostuyum, onu daima kollamaya, baştan çıkarılmasını engellemeye niyetliyim. Hem Hans buraya gelirse, benden veresiye un isteyebilir, ben de böyle bir şey yapamam. Un başka, dostluk başka; ikisini karıştırmamak lazım. Zaten iki ayrı kelime, anlamları da çok farklı. Bunu kim olsa anlar."
"Ne kadar güzel konuşuyorsun!" demiş Değirmencinin Karısı, kendine koca bir bardak sıcak bira doldurarak.
"Gerçekten, uyumak üzereyim. Tıpkı kilisedeki gibi."
Ancak son bir kere daha uçup Prens'in omzuna konacak gücü kalmıştı.
"Hoşça kal, sevgili Prens!" diye mırıldandı, "Elini öpmeme izin verir misin?"
"Nihayet Mısır'a gidecek olmana seviniyorum, küçük Kırlangıç," dedi Prens, "burada çok uzun kaldın; ama beni dudaklarımdan öpmelisin, çünkü seni seviyorum."
"Gittiğim yer Mısır değil," dedi Kırlangıç. "Ölüm'ün evine gidiyorum. Ölüm, uykunun kardeşidir, öyle değil mi?"
Sonra Mutlu Prens'i dudaklarından öptü ve ayaklarının dibine düşüp öldü.