Telegin birinci mevki salonuna indi. Uykusuzluk çeken rektör, Aleksandr Düma Per’in eserlerini okuyordu. Bir süre rektörü seyretti ve sonunda “üç kâğıtçı”nın çok iyi bir insan olduğu kanısına vardı. Sonra çok aydınlık olan ve makinelerin, boyalı tahtaların, Daşa’nın kokusunun sindiği koridora döndü, ayaklarının ucunda yürüyerek genç kızın kapısının önünden geçti, kendi kamarasına girdi ve yatağına uzandı. Arka üstü yatmış, gözlerini kapamıştı. Ses, koku, güneşin yakıcılığı ile sonsuz bir sevincin kalbine bir kramp gibi girdiğini hissediyor, kafası allak bullak oluyordu
Reklam
Daşa ile İvan İliç bütün günü güvertede geçirdiler. İkisini de tanımayan bir gözlemci, konuştuklarını dinleyecek olsa boş şeylerden konuşuyorlar sanabilirdi. Ama anlaşılmaz ve esrarlı bir biçimde, en olağan sözcükler bile çifte anlam kazanıyordu.
Sadece size, acı ve zorlu bir aşkla sevdiğimi söylemem gerekiyordu... Bu duygu tümden yıktı beni... Gururumu bile kaybettirdi...
Bir hastalık gibi girdiniz içime. Sık sık sizi düşündüğümü fark ettim. Gücümün dışındaydı sizi düşünmemek. Gelip sizi bulmam, açıkça bunu söylemem gerekiyordu. Kararımı verdim bugün. Görüyorsunuz işte, size aşkımı söyledim...
Ama görüyorsunuz ki, bazen insanların çok kötü anları oluyor...
Reklam
Otuz beş yaşındayım, diyordu; ama hayatım sona erdi. Aşkla aldatamam kendimi. Alay atının birden tahta at olduğunu anlamaktan daha kederli ne olabilir? Ama bir cesetten farksız olan bu gövdemi daha uzun süre, çok daha uzun süre sürüklemem gerekiyor...
Her şeyden hoşnutsuzluk duyuyorum. Herkesi ayıplıyorum. Kimisini budala buluyorum, kimisinden de tiksiniyorum. Bir başkası namussuz. Yalnız bir ben kusursuzum. Yolumu şaşırdım zannediyorum, bu da çok ağır benim için.
Gün o kadar berrak, o kadar ılık. Ama ben, öyle hissediyorum ki bu evlerde, bu perdelerin ardında, karanlık ruhlu insanlar gizleniyor. Onlarla yaşamak zorundayım üstelik, anlıyor musunuz?
Görüyorum ki tatlı, sevimli, yüreği sızlatacak kadar güzel biri kalkıp günah işliyor, ağır bir günah işliyor.
Reklam
“Şu ana kadar kendiliğinden biten otlar gibi yaşadım. Bomboş bir çöl! Koyvermişim kendimi! Benzerlerime karşı ne bencil, ne kaygısız yaşamışım. Vakit geçmeden kendimi toplamalıyım.”
Ama insan ancak arzularına uygun, ulaşabileceği birine aşık olabilirdi. Örneğin bir heykele, bir buluta aşık olunamazdı.
“Evet, yaşayış tarzımız çok kötü. Hareket tarzımızı değiştirmemiz gerek
Genç kızlar bekaretlerini, evli kadınlarsa sadakatlerini silip atmışlardı kafalarından.
Bu öyle bir dönemdi ki gerçek ve temiz duygular, temiz aşklar, adi ve modası geçmiş şeyler diye görülüyordu. Kimseler sevmiyordu, ama herkes hayatın zevkini çıkarma susuzluğu içindeydi. Böylesine zehirlenenler tuzlu ne varsa hepsini, bağırsaklarını parçalayan ne varsa hepsini doymak bilmeden içiyorlardı.
51 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.