Amin Maalouf'un kalemini severim. Özellikle Semerkand'ı ve Doğudan Uzakta'yı severek okumuştum. Bu kitabını diğerleri kadar severek okumadım. Özellikle ilk yarısında yer yer kurgunun akmadığı zamanlar oldu. Kitabın ikinci yarısını ise boğazımda kocaman bir düğümle okudum.
Kitap hikayesi daha doğmadan önce yazılmaya başlamış olan, soyu Osmanlı'ya dayanan İsyan'ın öyküsünü anlatıyor. İsyan sıradan bir doktor olmak isterken küçük bir tesadüf onu başka bir hayat yaşamaya sürüklüyor. Hayattaki seçimlerimizin ve yaşamımızda karşımıza çıkan küçücük şeylerin bile hayatımızı ne derecede etkileyebildiğine şahit oluyoruz.
Kitabın yarısına gelene kadar çok da ilgi çekici bir şey okumuyoruz. İçerik hakkında biraz bilgi vereceğim. İsyan'ın bir şekilde direnişe katılması, direnişte küçük roller alması, Clara ile tanışması, evlenmesi, savaşın bitmesi gibi şeyler anlatılıyor. Aslında bunlar da doğru atmosfer yaratılarak daha ilgi çekici şekillerde anlatılabilirdi ancak bu kısımlar çabuk geçiştirilmiş.
Kitabın asıl etkileyici kısmı son yarısı. İsyan bir akıl hastanesine kapatılıyor ve ömrünün kalan yıllarını da burada geçirmeye mahkum oluyor. Akıl hastanesinde ona verilen ilaçlarla oradan kurtulmaya bile çalışmayan, çalışamayan İsyan'ın mücadelesini boğazım düğümlenerek, şok içerisine okudum.
Kitap İsrail-Filistin meselesine daha çok değinseydi, hem Yahudilerin hem de Arapların çektiği acıları anlatsaydı daha iyi bir noktaya varılabilirdi zannımca. Ne 2. Dünya Savaşı zamanında ne de Yahudi-Arap savaşları zamanında politik atmosfer iyi yansıtılamamış. Halbuki bu kısımlar daha çok ilgi çekici olurdu diye düşünüyorum.
Kitabı arka kapağında yazan açıklamalardan daha az ilgi çekici bulacağınızı düşünüyorum. Keyifli okumalar :)