"Yaş, ıslak çalı, önce acı kokar ateşe düşünce. Sonra usul usul azalır koku. Sonra yalımlar sönünce de, salt duman kokar. Çalının dumanı başka, çam ağacının, meşenin, sedirin, döngelenin, kengerin, pürenin dumanı başka başka kokar."
Ve Kudüs şehri. Artık yer şehri, toprak şehri.
Bakır yaprakların, çelik gövdelerin, acımasız yüreklerin.
Demir köklerin, tunçtan ve uranyumdan dalların.
Kurşundan çiçeklerin şehri.
Gülle kusuyor ana rahmi
Bomba parçalıyor beynini bebeğin.
Tanklar saldırıyor evlere bir anda ev yok tank var
Uçak var gök yok utanç var
Ve kime karşı bütün bunlar
Masum insanlara karşı
Binlerce yıl oturdukları yurtta kalmak isteyenlere karşı
Ve kim tarafından bütün bunlar
Roma'nın, Babil'in, Asur'un ve Firavunların
Ve nice milletlerin zulmünü görenler tarafından
Zalime olan öcünü mazlumdan almak
Zalim olmak ve en zalim olmak
Ve artık ne ibrahim ne Yakup ve ne Musa var
Tersinden okunan Tevrat hükümleri
Karaya boyanmış Mezmurlar
Bu Toros etekleri köyleri yine iyiydi. Hiç olmazsa ocaklarında ışık yapacak odunları vardı. Bir de ipiltileri vardı çam çırasından. Şu bozkır köyleri odun bilmezdi. Odun yerine tezek yakarlardı. Tezeğin de Yalım’ı olmaz. Bozkır köylüklerinde gün kavuşur kavuşmaz, silme bir karanlık çökerdi dünyaya. Evlerin içi dışı aynı karanlıkta... Hiç bir ışık karanlığı delmezdi. Bir Kürt şairin dediği gibi, bin yıllık mayalanmış bir karanlık çökerdi gecelerine.