"Gerçek bir İngiliz olarak ahlakın temeline inmeye kalkışmadı, bunlar tutucu biri için İncil kadar kutsaldı. Ve bu memnuniyet, kendi çağının gevşek mizacının usaresi Dickens için çok karakteristikti. Hayattan fazla bir şey istemiyordu: Onun kahramanları da böyleydi. Balzac'ta bir kahraman hırslı ve iktidar düşkünüdür, güce duyduğu hırslı
Bir masa başında yüzlerce karaktere ölümsüzlük vermesi..
Balzac’ın da küçük bir
odada işe başladığı Quartier Latin’de ortaya çıkar onun
kahramanları; sosyal yaşamın ilksel biçimleri: Tıp
öğrencisi Desplein, hırslı Rastignac, filozof Louis
Lambert,
ressam Bridau,
gazeteci
Rubempré..
Balzac’ta bir kahraman hırslı ve iktidar düşkünüdür, güce duyduğu hırslı özlem içini yakar kavurur. Hiçbir şey ona yetmez;
kahramanların hepsi doyumsuzdur, her biri dünya fatihi, bir devrimci, bir anarşist ve aynı zamanda bir tirandır.
Hepsinde bir Napolyon mizacı vardır. Dostoyevski’nin kahramanları da ateşli ve coşkuludur, iradeleri dünyaya karşı çıkar ve en muazzam doyumsuzluk içinde gerçek yaşamdan hakiki yaşama uzanır; vatandaş ve insan olmak istemezler, bilakis her birinde tehlikeli gururun verdiği huşudan dolayı bir kurtarıcı olma kıvılcımı parıldar. Balzac’ın bir kahramanı dünyayı boyunduruk altına almak ister, Dostoyevski’nin kahramanı ise onu alt etmek. Her ikisinde de günlük yaşamın üstüne çıkma gayreti, sonsuzluğa doğru bir yönelim vardır. Dickens insanlarının hepsi mütevazıdır.
...Balzac’ın kahramanları hırs küpüdürler, her şeyin tamamını isterler. Hepsinin serüveni aynıdır...
...Kadın çekici ve güzeldir, bir zevk sembolüdür ve Balzac’ın bütün kahramanlarının bu anda bir tek arzusu vardır: Bu kadın, bu araba, bu uşak, bu zenginlik, Paris, dünya bana ait olmalıdır!...
Balzac’ta bir kahraman hırslı ve iktidar düşkünüdür, güce duyduğu hırslı özlem içini yakar kavurur. Hiçbir şey ona yetmez; kahramanların hepsi doyumsuzdur, her biri dünya fatihi, bir devrimci, bir anarşist ve aynı zamanda bir tirandır. Hepsinde bir Napolyon mizacı vardır. Dostoyevski’nin kahramanları da ateşli ve coşkuludur, iradeleri dünyaya karşı çıkar ve en muazzam doyumsuzluk içinde gerçek yaşamdan hakiki yaşama uzanır; vatandaş ve insan olmak istemezler, bilakis her birinde tehlikeli gururun verdiği huşudan dolayı bir kurtarıcı olma kıvılcımı parıldar. Balzac’ın bir kahramanı dünyayı boyunduruk altına almayı ister, Dostoyevski’nin kahramanı ise onu alt etmek. Her ikisinde de günlük yaşamın üstüne çıkma gayreti, sonsuzluğa doğru bir yönelim vardır. Dickens insanlarının hepsi mütevazıdır. Tanrım, ne istiyor bunlar? Yılda 100 pound, sevimli bir eş, bir düzine çocuk, dostlar için donatılmış güzel bir masa, Londra civarında, penceresi yeşil bir manzaraya bakan, küçük bir bahçe içinde bir kır evi ve bir avuç mutluluk. Onun ideali sıradan bir burjuva idealidir: Dickens’ta bununla yetinmek zorunludur.
Kitap adından da anlaşılacağı gibi bir biyografi. Daha doğrusu üç biyografi. Ancak tahmin ettiğimiz gibi en azından benim tahmin ettiğim gibi kuru bir biyografi, kronolojik birer yaşam öyküsü değiller. Zweig bu üç büyük ustanın tüm eserlerini incelemiş. Onları yazmaya nelerin ittiğini, kimlerden nasıl etkilendiklerini, yazarken içinde