Bazı kavramlar vardır, örümcek beyinli insanların ağlarına takılan ve o örümcek beyinlilerin ağlarıyla etrafını iyice sarıp yemleri olarak kullandığı. Bu kavramlar, bu insanların kaleleridir ve hayatları bunlara bağlıdır; bu kaleler ne kadar sağlamsa ve konforluysa, hayatları da o derece güzel ve güvenli geçer... İşte bu kaleler kişiye, zamana ve
Ters köşe nasıl olunur? Cevabı bu gezegende...
Soror gezegeni aslında dünyaya çok benziyor. Büyük bir farkı vardı. İnsanlar maymun olmuş. Maymunlar da insan olmuş.
En başta Ulysee Moreu, Zira(Şempanze) ve Nova'nın dünyasına hoş geldiniz...
Kitabın başında iki kişi gezegenler arası geziyorlardı. Ta ki ellerine mektup geçene kadar. Mektup ile
Kitabın konusuyla başlamak istiyorum. İstanbul’dan Anadolu'ya uzanan bir hikaye bizi karşılıyor. Baş karakter Orkun’un ve kayıp kitabın hikayesi işleniyor.
Başlangıç bölümü; Orkun’un kütüphaneye gitmesi ve orda bulduğu gizemli bir kitap ile başlıyor. Kitabı gördüğü anda yaşadığı duygular bizi karakterin gözünden geçmişe götürüyor.
İkinci
"~... Insanlara duyduğumuz sevgi onlar öldüğü için değil, biz öldüğümüz için azalır...
...
Insan ancak hatırladığı şeye sadık kalabilir ve ancak bildiği şeyi hatırlar...~"
"Albertine Kayıp" Kayıp Zamanın İzinde serisinin 6.kitabi olup en sevdiğim kitap oldu, 1önceki kitapta da aynısını söylemiş olabilirim, her okuduğum kitapta
Mayıs ayının başındayız henüz. Kendimi içinde 2022 geçen festivallere, albüm listelerine, konserlere bakarken bulduğum bir dönemdeyim. Hiç vaktim olmadığı halde. :) Babylon Soundgarden 2022: İstanbul’da yaşayanların 8-9 yıldır Babylon Soundgarden festivaliyle ilgili anlatacağı muhakkak bir güzel anısı vardır. Bundan önce Parkorman, Aya Yorgi
Nihayet Dostoyevski’yi bu denli etkileyen büyük yazar Gogol ile tanıştığım o büyük gün geldi. Bu etkilenme öyle boyutlara varmıştır ki Dostoyevski’nin eserleri benzerliklerden ötürü ağır eleştirilere maruz kalır. Aksakov “Bütün Rusya Gogol’ü tanır, yapıtlarını hemen hemen ezbere bilir. Böyleyken Dostoyevski, Gogol’ün tümcelerini olduğu gibi
Zaman, insanın elinden kaçıp gidiyor. Ömür dediğin hayat, geçici bir hayatın sahte güzelliğine aldanıp, kendini tüketerek yol alıyor. Meşguliyetler, gayretler, hedefler, mutluluk ve hüzünler, sadece insanın dünyasına ait olduğunu sanıp, "dünyanın sihri altında takılıp kalıyor." Nereden gelip nereye gittiğini unutan insan, yarın büyük
Hayat bu değil mi zaten; olduğu gibi kabul edip niye ağladığını bilmek ve aptal teselli cümleleri yerine "Artık ben varım" diyebilmek...
İşte; bunlarla gel bana.
Gerçeklerle, kaybettiğin şarkılarla, duymayı unutun sözlerle, özlediklerinle..
"Şimdi itiraf zamanı!
İtiraf ediyorum: Sana tuzaklar kurdum. Adlarını Fi ve Çi koydum.
Can Manayın Duruya duyduğu açlıkla çıkardım seni yola,
Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını Denizle anlatmaya çalıştım sana…
Beni takip etmen için yolumuzu onların hikâyeleriyle süsledim.
Anlamları da hemen hemen her satıra gizledim.
Çünkü Pideydi asıl
Uruguay Edebiyatı'nın önemli kalemlerinden gazeteci yazar Juan Carlos Onetti‘nin “kıt” diyebileceğimiz olay örgüsü ile yazdığı, kişinin kendi derininde yatan umut ve en ilkel arzuları ile yaşayıp, gerçeklerle yüzleşmekten çaresizce kaçışının -bence- oldukça hüzünlü öyküsü.
Bir üçlemenin bağımsız da okunabilen 2. Kitabı olduğu için geçmişte neler olduğundan, kasabayı neden terk etmek zorunda kaldığından asla emin olamadığımız Larsen(ceset toplayıcı) yıllar sonra Santa Maria’ya geri dönmüştür . Bu olay kasabada onu eskiden tanıyanlar için büyük bir yankı uyandırır. Geçmişte, Larsen’in kasabada yaşamış olduğu dönemde, büyük bir itibara sahip fakat şu anda çalışmayan tersanede genel müdür olarak işe başlar. Kendisiyle beraber hayalet tersane kandırmacasına ortak bir teknik müdür, idari müdür bir de idari müdürün hamile karısı vardır. Bu dörtlünün birlikte yaşadıkları süreçte ruhsal çöküntüleri, işlerin yoluna gireceğine dair bir umutla yaşadıkları psikolojik gel-gitler bana göre eserin en etkileyici bölümüydü.
Aslında romanda adı geçen herkes kasabanın rutubetli ve karanlık havasına uyumlu bir biçimde tuhaf, ruhsal olarak sorunlu diyebiliriz. Olayların dağınık anlatımını ara ara kavramakta zorlansam bile o soğuk, karanlık, aldatmacalı duyguyu eser boyunca hissettim. Kitaba sonuna kadar beni bağlayan da bu sağlam duygu oldu
_UYUYORSUN! Rüyadasın. Gece gündüz demeden rüya görüyorsun. Bazen açık bazen de kapalı gözlerle. Hakikat değilsin. Rüya gören bir zihin, hakikati göremez ve hakikati de bir hayale dönüştürür. Gerçekle yüzleşirsen gerçek, hakikate dönüşür; kaçarsan yalanlar içerisinde yaşarsın. Uyan! Uyanık ol. Uyanık olmak hedeftir. Sessizlik içinde düşünerek
ASUMANLAŞMA AKIMI
Gel Asuman, otur şöyle karşıma. İki lafın belini kıralım. Ben anlarım seni belki, anlat. Formüllediğin tüm matematik problemleri, koşturduğun okul koridorları, girip çıktığın sınavlar, işsizliğin ve belki biraz kimsesizliğin tanıdık gelir. Hadi diyelim ben tanımadım, okuyanlardan tanıyan çıkar elbet seni. Biraz Ayşe’ye
Tayfun mutfakta çay demlemekle meşgüldü. o sıra kapıdaki anahtar sesini işitti, elindeki çaydanlığı ocağa bıraktı , ocağı ateşleyip ,eve kimin geldiğini bakmak için salona girdi. gelen evin fedakar ferdi yasindi. Tayfun: odana girme yasin! , salona gel seninle konuşmak istediğim bir şey var, dedi, karşilik olarak: tamam, elimdikileri bırakıp