İnsan
eşref-i mahlûkattır derdi babam
bu sözün sözler içinde bir yeri vardı
ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman
bu söz asıl anlamını kavradı
geçti çıvgınların, çıbanların, reklamların arasından
geçti tarih denilen tamahkâr tüccarı
kararmış rakamların yarıklarından sızarak
bu söz yüreğime kadar alçaldı
damar kesildi, kandır
söz bitti artık, susmalısın
bundan sonrası,
kulakları sağır eden dipsiz bir karanlık olmalı...
susmalısın
gözlerin çığlık çığlık...
bakamıyorsun aynalara
ağlaman artık ağlamak değil
gözlerin kan olmuş damlıyor, bak,
“Bırak şu derin lafları canım!” dedi.
O zaman misafir de ayağa kalktı:
“Hiç derin laflar değil” dedi, “Bir kere görebildikten sonra o kadar açık ve elle tutulur şeyler ki... Fakat doğru, bırakalım... Çünkü insanın kafası bir kere bunları düşünmeye başlarsa bu rahat koltuklarda bu kadar rahat oturmak mümkün olmazdı sanıyorum.”
“Seni şöyle düşüncelere götüren sakın bu rahat koltuklara erişemediğinin kızgınlığı olmasın...”
Bu sözler üzerine arkadaşının yüzü birdenbire değişti. Dudaklarının ucundaki yumuşak gülümsemenin yerine acı ve yukarıdan bakan bir sırıtma geldi:
“Kafama düşünmeyi, gözlerime görmeyi yasak edebilsem, senin çıktığını zannettiğin yere varmanın bana güç gelmeyeceğini bilirsin...”
(Düşman)
Sözcükleri ancak oluşturabiliyordu şimdi. O or- gazmdan sonra ancak konuşabiliyordu. Söyleyebildiği tek şey onun adıydı. "Clay!"
"Bunu halledeceğim," diye fısıldadı Clay. "Sana bakacağım."
"Biliyorum," diye mırıldandı Julia, tamamen ken- dinden geçmiş hissediyordu.
Clay öpme işine geri döndü, bu sefer
Kitabında genellikle yalnızlıktan, umutsuzluktan, çılgın kalabalıklardaki keşmekeşten, karanlıklardan ve çoğunlukla soğuk günlerden bahseden Akbal'ın kitabı için öykü değil de deneme, anı, ya da tutulan günlükler olarak nitelendirilebilecek meseller bütünü denebilir. Dönemin siyasi koşullarına şöyle bir değinen, hayattaki tutkulardan çocuk geçmişlerden, eskiye duyulan özlemden, ve genellikle küçük objeler veya nesneler üzerinden toplumsal sağduyuyu geliştirmeye çalışan bir yazardır Oktay Akbal. 30'lardan 70'lere dek uzanan gel-gitli bir toplum yapısından bahseden Akbal, İstanbul'un nüfusunun 4 milyon olduğu dönem için sıkışıklık, adım atılmazlık ve her şeyin değiştiğini söyler. Günümüzde yaşasa buhranı nasıl olurdu diye düşünmedim değil:) Kalemi güzel, lakin yeni kitap okumaya başlayan gençler için daha etkili olacağını düşünüyorum. Hayatla ilgili çıkarımları, ders nitelikli konuşmaları ve toplumsal bakış açısı ile etkili olabilir. Ben dilini sevdim, kendisiyle konuşur gibi iç sıkıntılarından bahseden ince bir dili var.