Afrikalı köle bir kadının tabiatta kendini yeniden bulmasının hikâyesi. Sefer sırasında kaza sonucu tek başına kalarak Baobab ağacına sığınıp orasını evi, kimliği ve sahibi yapan; ruhsal açıdan kendini daha güçlü hisseden bir kadın profili göreceksiniz. Yaşamı boyunca kısıtlanmış, engellenmiş ve üstesinden gelemediği bütün şeylere yeniden kavuşmak ona çok şey öğretecektir. Hayvanların ve doğanın dilini keşfetmek de kendini yeniden bulmasına katkı sağlayacaktır. Afrikalı'ların acı dolu dramına ve geçmişine bir kez daha şahit olacağınız doğanın gücü ve enerjisini gözler önüne seren ve bir solukta okunup bitecek bir kitap. (Bu eser ödül almış ve Fransa'da sahneye uyarlanmış)
İnsanlar dünyada çok az yer işgal eder. Eğer dünya nüfusunu oluşturan iki milyar insan ayakta durup mitinge katılmış gibi birbirlerine yanaşıp biraz sıkışık dursalardı, eni ve boyu otuz ikişer kilometre olan bir meydana rahatlıkla sığabilirlerdi. Bütün insanları Büyük Okyanus'un en ufak adacığına sığdırmak mümkündür.
Tabii ki, bunu söyleseniz büyükler size inanmaz. Onlar çok yer kapladıklarını düşünürler. Kendilerini baobab ağaçları gibi önemli görürler. Bu nedenle, onlara hesap yapmalarını öğütleyin. Rakamlara bayılırlar: Bu onların hoşuna gidecektir. Ama siz bu cezayla zamanınızı kaybetmeyin. Yararsız bir şey. Bana güvenin yeter.
Küçük prensin gezegeninde de çok kötü tohumlar vardı... Bunlar baobab tohumlarıydı. Gezegenin toprağı bunlarla doluydu. Üstelik sökmekte geç kalırsanız baobabdan kurtulamazsınız. Bütün gezegeni sarar.
Wilma Stockenström'un Baobab Ağacına Yolculuk ismiyle yazmış olduğu bu eser siyahi köle bir kadının yaşamından bir kesiti sunmuyor sadece bizlere. Her kitabın kendine has seslenişi ve ruhu olduğu gibi bu eser de kendi yolculuğuna davet ediyor..
Ailesinden küçük yaşta koparılmış, esareti ve esaretin getirdiği saltanatı – güzelsen şansın ve fiyatın yüksektir – hayat sitili edinmiş ve bunu sorgulayamamış bir kadının yavaşça kendi içine dönmesini, herşeyini kaybedişini ve bir Baobab Ağacı'nda yaşamının soru işaretleri, cevaplar ve sırlarla sona erişini anlatıyor bizlere..
Sanki bir çarkın içinde nefes almadan yaşanmış bir yaşam, yazara dahi nefes aldırmadan bu kitabı yazdırmış ve okuyanın nefesine göz dikmiş, gözlerini gözlere dikmiş bir eser..
Kitapta en çok etkilendiğim, şaşırdığım, Neden? dediğim konulardan birisi : Kendisi gibi köle olan ama henüz şanslarının yaver gitmediği kişilere karşı satır aralarında da olsa o tepeden bakışı. Onu affetmem ise, yine belirli bir mesafeden baktığı o ayakları prangalı, perişan haldeki insanlarına karşı sorguladığı vicdanı ve kitabın en az Baobab Ağacı kadar yeşil olan kapağını kapattığımızda, bıraktığı o his..
Kadınlık, Annelik, İnsanlık.. Herşeyin yeni baştan yazılması gibi bir insanın içinde..
Ve bu İnsanın yolculuğu.
Yazabildiklerim bunlar, yazamadıklarım toprağın kökleri gibi uykuda..
Bir Baobab Ağacının.
İyi okumalar dilerim..
Hayatı uçsuz bucaksız bir savan ve etrafı onlarla sarılı. Sarı otların arasına seriliyorlar, baobab ağaçlarının gövdesinden ahtapot kolu gibi fışkırmış alçak dallara tembel tembel yayılıyorlar, dikkatli sarı gözleriyle onu izliyorlar..