Filhakika...
Atatürk milliyetçidir. Bir Türk milliyetçisidir ama bunun yanında evrensel bir adamdır. Barışçıdır, dövüşmesini bildiği gibi barışmasını da bilir. “Mecbur kalmadıkça savaş bir cinayettir" demiştir. İzmir’in kurtuluşu sonrasında hükûmet konağına girerken merdivenlere serilen ve “Onlar işgal ettiklerinde Türk bayrağını yere sermişlerdi” denilerek çiğnemesi istenen Yunan bayrağını kaldırtıp, “Bayrak bir milletin namusudur, ayaklar altına alınamaz” diyecek kadar gerçek şövalyedir. Bir entelektüel olduğu hakikattir.
Sayfa 420Kitabı okudu
Çok başarılı olduğum günler de oldu, dibe vurduğumda. Sevgi dolu değilim, nefret doluda. Barışçıyım, biraz da savaşçı. Biraz güçlüyüm, biraz zayıf. Biraz iyiyim, biraz kötü. İyi? Kötü? İnsanım.
Reklam
Denizi "la mar" olarak düşünürdü hep; İspanyollar, sevdikleri zaman böyle derlerdi denize. Onu sevenlerin kötü şeyler söyledikleri de olurdu, ama ne derlerse desinler, denizi hep bir kadın olarak düşünürlerdi . Genç balık­çılardan bazıları, ağları için mantar yerine şamandıra kulla­nanlar, köpekbalığı ciğerinin para ettiği zamanlar alınmış motorlarla balıkçılık edenler, erkeklik belirtisi olan el'i kullanırlardı; el mar. Kendileriyle yarışan biriymiş gibi, bir yer, hatta bir düşmanmış gibi. Ama yaşlı adam hep dişi olarak düşünürdü denizi, büyük iyilikler yapan, büyük iyilikler saklayan biri olarak; çılgınca, kötü şeyler yapıyorsa bile elinde olmadan yapıyordu. Ay bir kadını nasıl etki­ liyorsa denizi de öyle etkiliyor, diye düşündü.
İkinci olmamaya bak!
Şayet hayatta muvaffakiyet ve şeref istiyorsan, ikinci olmamaya bak." Bu söz onun hayretini mûcip oldu; ikinci olmamak demek, birinci olmak değil miydi? Düşündüğü bu fikri sordu. Dedim ki "Birincilik istersen sana bir gurur gelir, başkalarını küçümsersin, bu bir ahlâkî zaaftır. Sonra gayen tamamlandığı için olduğun yerde kalırsın, başkaları yine seni geçer. Halbuki ikinci olmayacağım dersen, dâima birincilerin arasında bulunursun. Nerede birinci varsa ona yetişmeye çalışırsın, bu süretle daima ilerlersin."
Eski Türk dininde, Türk Tanrısı sulh (barış) ve müsâlemet (barışıklık) ilâhı idi.Türk dininin mahiyetini gösteren il kelimesi sulh manâsında idi (Mahmud-ı Kâşgarî). İlci, sulhçu demek olduğu gibi, ilhan, sulh hakanı demekti. Türk ilhanları, Mançurya'dan Macaristan'a kadar daimî bir sulh vûcuda getiren sulhperest mücedditlerden (öncülerden) başka bir şey değildiler. En eski Türk devletinin müessisi (kurucusu) olan Mete'nin yüksek ahlâkını, sulhperverliğini, emperyalizmden içtinabını (kaçınmasını) Yeni Mecmûa'da yazmıştım. Türk sulhperverliğinin müessisi Mete'dir.
Küçükken de meraklıydım doğanın acayip biçimlerini seyretmeye ama gözlemcisi değildim, kendine özgü büyüsünün, girift, derin dilinin meftunuydum. Ağaçların uzun, fosilleşmiş kökleri, kayaların renkli damarları, suda yüzen yağ lekeleri, camdaki çatlaklar; bunun gibi şeyler eskiden nasıl da büyülerdi beni, her şeyden önce de su, ateş, duman, bulutlar, toz, özellikle de, gözlerimi kapadığımda daireler çizen renk lekeleri. (...) Zira o zamandan beri hissettiğim o canlılık ve sevinci, kendimle barışıklık duygusunu, sırf ateşi uzun uzun seyretmeme borçlu olduğumu anlamıştım. Bu bana tuhaf biçimde iyi geliyor, zenginlik katıyordu!
Reklam
1,000 öğeden 81 ile 90 arasındakiler gösteriliyor.