İçimde bir şehir var, sokakları dar ve karanlık. Yalnız yürüyorum bu sokaklarda, nereye gittiğimi bilmeden. Her köşe başında bir hüzün, her adımda bir keder var.
Dışarıdaki dünya ise bambaşka. Renkli, ışıklı, kalabalık. Ama ben o dünyaya ait değilim. Sanki bir camın arkasından izliyorum her şeyi, dokunamıyorum, hissedemiyorum.
Ne içimdeki sokaklara sığabildim ne de dışarıdaki dünyaya. Sanki iki dünya arasında kalmışım, ne oraya ne de buraya ait.
Arada sırada bir pencere açılıyor içimde, dışarıdaki dünyayı görebiliyorum. Güneş ışığı yüzümü okşuyor, rüzgar saçlarımı tarıyor. O an, bir anlığına mutlu hissediyorum.
Ama sonra pencere kapanıyor ve ben yeniden karanlığa gömülüyorum. Yalnızlığımla baş başa kalıyorum.
Ne yapacağımı bilmiyorum. Nasıl kurtulacağımı bilmiyorum. Sanki bir labirentteyim, çıkış yolu bulamıyorum.
Tek isteğim, bir yere ait olmak. Bir yere, bir insana, bir şeye...
Ama nereye ait olacağımı bilmiyorum.
Belki bir gün, bir yerlerde, birisi beni anlar. Beni kabul eder. Beni kucaklar.
Belki bir gün, bir yere ait olurum.
Ama o güne kadar, yürümeye devam edeceğim. İçimdeki sokaklarda, dışarıdaki dünyada. Belki bir gün, bir çıkış yolu bulurum.
Belki bir gün, bir yere ait olurum.