"Hak meydana çıkınca bâtıl firar eder."
Türk edebiyatının ilk polisiye romanı olan Esrâr-ı Cinâyât, Öreke Taşı adlı denizin ortasında bulunan ve büyük dalgaların hedefi olan bir kayada gerçekleşen cinayet ile başlıyor. Müstantik Osman Sabri ve Muharrir Efendi bu esrarlı cinayeti çözmeye çalışırken Beyoğlu'nda bir intihar olayı gündeme gelir. Bu iki olayın birbiriyle bağlantılı olduğu düşünülür ve hikâye bu şekilde ilerler.
Başta söylediğim gibi ilk polisiye roman olmasına rağmen okurken keyif aldığımı ve başarılı bulduğumu belirtmeliyim. Özellikle Osman Sabri Efendi’nin sürekli vurgulanan zekâsı, olaylara bakış şekli çok ilgi çekiciydi. Günümüz polisiye türleriyle kıyaslandığında olaylar daha tahmin edilebilir bir seviyedeydi ancak akıcılık konusunda bir eksik hissetmedim.
Ayrıca olayların okuyucuya gazetede yayımlanan mektuplar/haberler aracılığıyla aktarılması çok hoşuma gitti. Yer yer mektupların (romandaki karakterler olayları gazeteye mektup yazarak anlatıyor) uzunluğu yorucu ve sıkıcı olsa da olayı bu şekilde daha iyi kavradığımı ve içine girebildiğimi düşünüyorum.
Ahmet Mithat Efendi dönemdeki rüşvet, torpil, hırsızlık, dolandırıcılık gibi yasadışı olayları; devlet içindeki kişilerin adaletsizliklerini de ağırlıklı olarak mektuplar vasıtasıyla eleştiriyor. Bölüm başlarında da okuyucuyla nasihate benzer yazılar paylaşıyor ki bu da yazarın eğitici kişiliğini gösteriyor.
Türk Edebiyatının Klasiklerinden çok değerli bir kitap olduğunu düşünsem de başlangıç kitaplarından biri mi konusu sorgulanabilir ancak genel edebiyat severler için önerebileceğim bir eser.
Keyifli okumalar dilerim!