Bir hipotez, varsayılan bir gerçektir; o an için doğru kabul edilir, ama sadece o an için. Kimse yarın da doğru olacağını söyleyemez. Üç yüz yıllık bilimsel gelişim süresince bunu göre­bilirsin: Bir şey Newton’a göre doğruydu, Rutherford’a göre doğru değil; Rutherford’a göre doğruydu, Albert Einstein’a göre doğru değildi. Daha iyi deneyler, daha iyi araçlar hipotezi her zaman değiştirebilir. Bu nedenle hiçbir teolog Tanrı’ya hipotez demeyecektir; teologa göre Tanrı hakikatin kendisidir ve senin deneylerine bağlı değildir. O’nu bulamıyorsan, bu senin hatan, Tanrı’nın var olmadığının kanıtı değil. Başarıya ulaşırsan, elbette, var demektir. Başaramazsan, başarısız olursun; Tanrı yine de vardır.
Güneşin altında Tanrı’nın sana verdiği boş ömrün bütün günlerini, bütün anlamsız günlerini sevdiğin karınla güzel güzel yaşayarak geçir. Çünkü hayattan ve güneşin altında harcadığın emekten payına düşecek olan budur. Çalışmak için eline ne geçerse, var gücünle çalış. Çünkü gitmekte olduğun ölüler diyarında iş, tasarı, bilgi ve bilgelik yoktur.
Reklam
Ölüm sonrası yaşam olduğu iddiasına delil olarak gösterilen bir diğer fenomense ölüme yakın deneyimlerdir (NDE). Ölüme çok yaklaşıp daha sonra kurtulan insanlar sıklıkla sonunda ışık bulunan bir tünel ve kendilerini ışığa çağıran birilerini gördüklerini bildirmişler. Aslında bu kişilerde beyin ölümü gerçekleşmediğinden, onların ölümden döndükleri söylenemez. Ancak burada iddia edilen, bu kişilerin tünelin ucunda öteki dünyanın işaretini gördükleridir. Ölüme yakın deneyimlerle ilgili deneylere dair kapsamlı bir eleştiriyi Bilim Tanrı'yı Buldu mu? adlı kitabımda sunmuştum. Bu deneylerin hiçbiri ölüm sonrası yaşama dair bir delil oluşturmazlar. Ayrıca aynı konuda Susan Blackmore'un kitabına da bakılabilir.
Bilim insanları herhangi bir sıradışı olayla karşılaştıklarında onu açıklayacak doğal bir mekanizma bulmak için ellerinden geleni yaparlar. Sıradan insanlar ise "bilim her şeyi bilemez" düşüncesine dayanarak doğaüstü bir mekanizmanın olabileceğine inanma eğilimi gösterirler.
DÜZEN YARATILMASI
Yaratıcı hipotezinin bir başka öngörüsü daha elimizdeki veriler tarafından onaylanma konusunda başarısız oluyor. Eğer evren yaratılmış olsaydı, evrenin yaratılış anında yaratıcı tarafından verilmiş bir miktar düzene –Büyük Tasarımcı tarafından bu noktada devreye sokulan tasarıma– sahip olması gerekirdi. Bu beklenti genellikle termodinamiğin ikinci yasası uyarınca ifade edilir. Buna göre kapalı bir sistemin toplam entropisi veya düzensizliği zaman ilerledikçe ya sabit kalmalıdır ya da artmalıdır. Eğer evren bugün için kapalı bir sistemse, bu her zaman için böyle olamaz gibi görünüyordu. Düzenin evrene geçmişte bir noktada dışarından verilmiş olması gerekirdi. 1929 öncesinde bu, mucizevî bir yaratılış için güçlü bir argümandı. Fakat bu yılda astronom Edwin Hubble galaksilerin yaklaşık olarak birbirlerinden uzaklıklarıyla orantılı bir hızlarda birbirlerinden uzaklaştıklarını duyurdu. Bu gözlem evrenin genişlediğine işaret ediyordu. Bu büyük patlama için ilk delili sağladı. Bizim amaçlarımız açısından önemli olan nokta şudur: Genişleyen bir evren tamamen kaos içinde başlayıp, ikinci yasayla tutarlı yerelleşmiş düzen oluşturabilir. Bunu görmenin en basit yollarından biri "ev işi" örneğidir. Evinizi her temizlediğinizde topladığınız pisliği pencerenizden bahçeye attığınızı düşünün. En sonunda bahçeniz çöple dolacaktır. Fakat uygun bir tedbir alarak bu işi sürdürebilirsiniz. Sadece evinizin etrafında yeni alanlar satın alarak çöpleri atacak daha fazla alana sahip olabilirsiniz. Böylece evrenin geri kalanında düzensizliği artırmak pahasına evinizde yerelleşmiş düzen oluşturabilirsiniz.
Reklam
409 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.