Jack London 1902 yılında, birkaç aylığına şehrin yoksul semtlerinden Doğu Yakası’nda yaşamak üzere Londra’ya gelip halktan biri gibi zaman geçirmeye başlıyor. Geçirdiği seksen altı gün boyunca yaşadığı birçok deneyimin yanında; birçok kitap, broşür, gazete okuyup topladığı çoğu fotoğrafları kendisi çekmiştir. Birinci tekil kişiden bu denli titizlikle aktarıldığı için kitap oldukça ilgi çekici oluyor.
Gittiği yerde işçi hareketinin büyük bedeller pahasına kazandığı hakların hiçe sayıldığı bir ortamda, insanlığa yakışmayacak büyük bir fakirlik ve tahmin edilemez bir sefaletle karşılaşıyor. Karnını doyurmak için meyve çöplerini yiyen insanlar, pisliğin ve hastalığın kol gezdiği sokaklarda uyuyan evsizler, başıboş bırakmış sahipsiz çocuklar ve daha nicesini okuyorsunuz.
Kitap, daha ilk sayfasından kendine çekiyor ve elinizden bırakmak istemiyorsunuz. Üslubu çok akıcı olduğu için rahat okunuyor ancak, kitapta anlatılanlar tahmin edilmeyecek türden kötü detaylara sahip olduğu için gerçek anlamda “rahat” okunmuyor. İtiraf etmek gerekirse, hassas kişiler için kimi zaman midem bulandırıcı durumlar okuyorsunuz bahsedilen yaşamdaki acı detaylarda.
Uçurum İnsanları, zenginlik ve refahın gerisindeki yoksulluğu doğrudan ve çarpıcı gözlemlerle aktarıyor. Kesinlikle okunması gereken bir kitap. Güneş batmayan ülke olarak bilinen İngiltere’nin karanlık tarafına birinci elden tanıklık etmiş oluyorsunuz.
Sosyoloji, psikoloji ve tarih konularıyla ilgilenenlerin özellikle seveceği türden bir kitap.