Başlangıçta, analar-babalar ve diger aile fertleriyle yaşanmış ilişkiler hakkında temel bilgileri edinmek, o kişinin dünyası hakkında fikir edinme açısından önem taşır. Ama bu ilişkilerin ayrıntılı değerlendirmesini yapabilmek için erken- dir. Nitekim psikoterapinin ilk aşamasında anlatılan acı ve öfke yüklü hikâyeler, görece bir rahatlama sağlandıktan sonra yerini, daha yansız değerlendirmelere bırakır. Ya da bunun tersi olur. Başlangıçta, yaşanan kızgınlıkları bastırarak yüceltilen anne ya da babanın olumsuz yönleri, rahatlama sağlandıktan sonra yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlar. Sık karşılaşılan durumlardan biri de temel sorunun kaynağının, örneğin babayla ilişki olduğuna inanılmışken, aslında baba- dan değil anneden kaynaklandığının ya da bunun tersi olduğunun fark edilmesidir. Bu değerlendirilmeler yapılırken, terapistin ha- fiye konumunu iyi kullanması gerekir. Çünkü bazen asıl sorun kaynağı olan ebeveyn değil de beklentilerin yöneldiği ebeveyn sorun kaynağı olarak görülebiliyor. Yetişkin yaşamımızda da umudumuz olmayandan çok, bir şeyler beklediğimiz insanlarla sorun yaşarız.
Sayfa 88 - MetisKitabı okuyor
Hepimiz bazen hayal kırıklığı yaşarız... Hayat bu. Zaten onun amacı hayallerimizi kırmak.
Reklam
Geçmişin yaralarını, bazen onları iyileştirmek için yeniden yaşarız.
"Hepimiz şu ya da bu an savunmasız oluruz. Yalnız yaşarız ve bu durumda, bir gece uykudayken, becerikli ve sessiz biri kolaylıkla eve girebilir. Böylelerini durdurabilecek bir kilit yoktur. Yalnız yaşamasak bile, hepimizin tek başımıza kaldığı dönemler vardır, işte bu dönemlerde savunmasızlığımız da artar. Bazen bu savunmasızlık zirveye yükselir, bunun için insanın alışkanlıklarını bilmek yeterlidir. Gece ya da sabah erken, daha tam uyanmamışken, otoparkta, herkesten uzakta, akşam, haftalık antrenmandan ya da bir toplantıdan dönerken, parka koşmaya giderken, geceyarısı çocuğunu almak için bir arkadaşın evine uğrarken. Ya da haftanın herhangi bir günü, komşulardan hiçbiri evinde değilken ve elektrik şirketinin görevlisi sandığı bir yabancıya kapıyı açarken... Birkaç saniye bile yeter. Çok çok, bir dakika. Herkesin gardının düştüğü bir an vardır mutlaka. Ve zeki, tecrübeli, hazırlıklı biri için, ne zaman ve nasıl vuracağını belirlemek uzun sürmez. İşte o zaman öteki için çok geçtir."
İnsana bazen içinde bulunduğu durum en zoru gibi geliyor. En büyük dert bizim derdimiz, en çok acıyıbiz çekeriz, en zor aşkları biz yaşarız ve en kötü ayrılıklar bizim başımıza gelir. Bazen düşünüyorum da hiç kimse bir diğerini bencil diye suçlamasın, çünkü hepimiz benmerkezciyiz.
Bazılarımız bazen _ve çok azımız da her zaman_ dört elle yapışırız yaşama. Fark ederek, hissederek, anı yaşayarak yaşarız; bazılarımız ise adeta parmak ucuyla tutar yaşamı.
Reklam
Yazılanlara göre önceki hayatımızı tümüyle unutmak için doğmadan önce Lethe'nin sularından içmişiz. Ama neden bazen gece yarısı uyanırız ya da öğleden sonra saat üçte bir şeyi daha önce yaşadığımıza ve sonrasında ne olacağını bildiğimize dair ani bir aydınlanma yaşarız? Beklenmedik çatlaklar ortaya çıkmıştır. Aralarından geçmişe ait ışığın sızdığı çatlaklar. Halbuki her şeyi unutmuş olmamız gerekirdi.
Sayfa 253Kitabı okudu
O, ben, üstben
"Dünyaya geldikten sonra bedensel ve ruhsal ihtiyaçlarımızı doğrudan doğruya ve herhangi bir sınır tanımadan yaşarız. Süt verilmezse ya da belki altımız ıslandığında başlarız bağırmaya. Bedensel sıcaklık ve yakınlık istediğimizde de bunu açıkça belirtiriz. Davranışlarımıza yön veren bu güdü ilkesi ya da haz ilkesine Freud 'o' adını vermişti. Bebekken hemen hemen bu 'o'dan ibaretiz hepimiz." "Devam!" "'O', ya da haz ilkesi yetişkinliğimizde de hayatımız boyunca bizimle birliktedir. Ama giderek isteklerimizi denetleyerek çevreye uyum sağlamayı öğreniriz. Haz ilkesi gerçeklik ilkesiyle dengelenmeye başlar. Freud'un deyişiyle, bu düzenleyici işlevi üstlenen egoyu, yani beni oluştururuz. Belli bir yaşa gelince, istediğimiz bir şey olmadığında artık arzu ya da ihtiyaçlarımız karşılanana kadar oturup bağıramayız." "Çok doğru." "Ama tabii bir şeyi çok istediğimiz ama çevrenin bunu kabul etmediği olabilir yine de. Böyle durumlarda bazen isteklerimizi bastırmak, yani kendimizden uzaklaştırmak ve unutmaya çalışmak zorunda kalırız." "Anlıyorum." "Ama Freud insan ruhunda üçüncü bir boyut daha görüyordu. Henüz küçük bir çocukken bile ailemizin ve çevremizin ahlak değerleri ve kurallarıyla karşılaşırız. Ne zaman yanlış bir şey yapsak anne babamızdan 'Olmaz!' ya da 'Ayıp!' gibi laflar işitiriz. Büyüdükten sonra da bu ahlak kuralları ve yargılar çınlar kulağımızda. Çevremizin ahlakî beklentileri içimizde yer etmiş, bizim parçamız olmuştur sanki. İşte buna da Freud süperego ya da üstben demişti."
Sayfa 487Kitabı okudu
Üzülürüz, korkarız, seviniriz, şaşırırız, utanırız, kızarız ve bu duyguları ne anlama geldiklerini düşünmeksizin yaşarız. Bazen onların bize telkin ettiği yönde, bazen de onlara rağmen bir şeyler yaparak...
Biz sade yaratmak istediğimiz tipin, yaratılmış olan kendisi değil, bazen aynı hayat ve kadere sürüklenen meczubuyuz da. Çok defa yazdığımızı yaşarız..
Reklam
Bazen görünüşte her şeyimiz olmasına rağmen ruhumuzun derinliklerinde hissettiğimiz ne büyük boşluklar yaşarız. Ne kadar uğraşırsak uğraşalım, nereden geldiğini bilmediğimiz bu boşluğu bir türlü dolduramadığımız olur.
Kendi yaşamadığımız, sadece başkalarından dinlendiğimiz hayat tecrübeleri çoğu zaman etkilemez bizi, çünkü duyduklarımızın bir karşılığı olmaz ruhumuzda. O yaşanılanların tadı tuzu yoktur dilimizde. Çekmediğimiz acıyı, tatmadığımız sevinci tanımaz kalbimiz. Acı da olsa tatlı da olsa illaki kendi adımlarımızla yürümek isteriz bilinmez yolları... Ama bazen de öyle şeyler yaşarız ki bu yollarda, keşke bana söylenenleri dinleseydim deriz. 
"Sandığın manada ölüm diye bir şey yoktur. Sadece ölüme giden yol vardır. Hepimiz aynı yoldayız. Sen de, ben de, dışarıdaki herkes, sana anlattığım herkes. Yan yana aynı yere doğru yürüyoruz ama bunun hiçbir anlamı yok. Çünkü hepimiz sadece kendi adımlarımızı görebiliriz. Kendi kaderimizi yaşarız. Oysa söylemiştim, bütün hayatlar iç içedir ve eskiden yaşanmış hayatların tekrarıdır. O yüzden senin yürüdüğün yol aslında senin değildir. Düşmanın, sandığın gibi senin aksi yönüne gitmez, içinden geçer, sen de bazen onun içinden geçersin. Sana işkence yapanlarla, onların işkence odalarında can verenler, ya da Komutan'la Komünist Kaptan... onlar da bazen aynı kişi olurlar. Hiç kimseyi hiçbir şeyi bir diğerinden kati suretle ayıramazsın. Hep bir şüphe vardır."
Bir daha hiç gitmeyeceğimiz bir ülkeden gittiğimiz güzergâhı izleyerek geri dönerken, gidişte geçtiğimiz bütün istasyonların adını ve görünüşünü tanıdığımız dönüş yolculuklarında , bazen tren bu istasyonlarda birinde durmuşken, kısacık bir an, ilk yolculuğumuzdaki gibi, geride bıraktığımız yere doğru hareket etmek üzere olduğumuz yanılgısını yaşarız. Yanılgı derhal kaybolur,ama tekrar oraya gittiğimizi bir an hissetmiş oluruz; hatıra böyle acımasızdır işte.
Resim