En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde
Ana avrat düm düz gidecekin
En azından üç dil
Çünkü sen tarih ne coğrafya
Ne şu ne busun
Oğlum Mernuş,
Sen otobüsü kaçırmış
Bir milletin çocuğusun…
Bedri Rahmi Eyuboğlu
Aşağı yukarı yeryüzündeki acı denemenin soluk bir devamı demek olan sonsuz bir yaşayışa inanmak neden? Böyle yarım bir ölüm anlayışında dayanılmaz bir gurbet acısı yok muydu? Bütün alıştığınız yerleri ve sevdiğiniz kimseleri hiç bilmediğiniz, görmediğiniz yerlere gitmek, tanımadığınız kimseler arasına katılmak için, bırakacaksınız. Diyorlar ki, orada faziletliler mükâfatını, günahkârlar cezasını görecekmiş. Bizi, bu şirin yeryüzünün parçalarından olmayan hangi mükâfat doyurabilir. Yabancı bir iklimde, ebedî olarak yaşamaya mahkûm olduktan sonra bundan üstün hangi bir cezadan gözümüz korkabilir?
Millî deha ancak bir zaferden sonra en özlü meyvalarını verir. Şairler en güzel şiirlerini, ressamlar en güzel resimlerini, müzik sanatkârları en seçkin bestelerini ancak böyle bir bayramın ertesinde meydana getirebilir.
Gerçekte biz her şeyi kaybetmiş ve hemen mazlum bir millet derecesine düşmüştük ve cihanda bir tek istediğimiz kalmıştı, o da mazlumluğumuza âlemi inandırmaktı. Fakat buna da hiç kimse inanmak istemiyordu. Biz diyorduk ki, Bulgar komitacıları mini mini Türk yavrularının kafataslarında analarının kanını içtiler; gülüyorlardı. Diyorduk ki, vahşi Makedonyalılar beyaz etli Müslüman kızlarını çiğ çiğ yediler ve aksakallı ihtiyarları şişe geçirip kendi evlerinin ateşi üzerinde diri diri çevirdiler... Gülüyorlardı.