Allah'ı tanımayanın dünya dolusu bela başında vardır. Allah'ı tanıyanın dünyası nurla ve manevî sürurla doludur. Derecesine göre iman kuvvetiyle hisseder.
Sayfa 14 - Envar neşriyatKitabı okuyor
İnsanın vazife-i fıtriyesi; taallümle tekemmüldür, dua ile ubudiyettir.
Reklam
Bak, nasıl sahife-i arz üstünde Zat-ı Ehad-i Samed'in hâtemlerini az dikkatle görebilirsin. Başını kaldır, gözünü aç, şu kâinat kitab-ı kebirine bir bak; göreceksin ki o kâinatın heyet-i mecmuası üstünde, büyüklüğü nisbetinde bir vuzuh ile hâtem-i vahdet okunuyor. Çünkü şu mevcudat bir fabrikanın, bir kasrın, bir muntazam şehrin eczaları ve efradları gibi bel bele verip, birbirine karşı muavenet elini uzatıp birbirinin sual-i hâcetine "Lebbeyk! Baş üstüne." derler. El ele verip bir intizam ile çalışırlar. Baş başa verip zevi'l-hayata hizmet ederler. Omuz omuza verip bir gayeye müteveccihen bir Müdebbir-i Hakîm'e itaat ederler.
Nefs-i emmârenin istibdâd-ı rezîlesinden selâmetimiz, İslâmiyet’e istinâd iledir, o hablü’l-metîne temessük iledir. Ve haklı hürriyetten hakkıyla istifâde etmek, îmândan istimdâd iledir. Zîra, Sâni‘-i Âlem’e hakkıyla abd ve hizmetkâr olanın halka ubûdiyete tenezzül etmemesi gerektir.
Herşey, mâlumatımıza münhasır değildir. Adem-i ilmimiz, onun ademine delâlet etmez.
Ey nefis! Böyle ebleh olmamak istersen; Allah namına ver, Allah namına al, Allah namına başla, Allah namına işle! Vesselâm.
Reklam
Havadaki her bir zerre; her bir çiçeği, her bir meyveyi ziyaret edebilir. Hem her çiçeğe, her meyveye girer, işleyebilir. Eğer her şeyi görür ve bilir bir Kadîr-i Mutlak'ın memur‑u musahharı olmasa; o serseri zerre, bütün meyvelerin, çiçeklerin cihazatını ve yapılmasını ve ayrı ayrı sanatlarını ve onlara giydirilen suretlerin terziliğini ve hıyatet-i kâmile-i muhita-i sanatını bilmek lâzım gelir. İşte şu zerre, bir güneş gibi bir nur‑u tevhidin şuâını gösteriyor. Ziyayı, havaya; mâi, türaba kıyas et.
Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı iman ile hayatlandırınız ve feraizle zînetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz.
Hüsn-ü niyet öyle bir kimyadır ki; şişeleri, elmasa çevirir; toprağı, altun yapar.
Bak kitab-ı kâinatın safha-i rengînine Hâme-i zerrîn-i kudret, gör ne tasvir eylemiş. Kalmamış bir nokta-i muzlim, çeşm-i dil erbabına Sanki âyâtın Huda, nur ile tahrir eylemiş. Bak, ne mu'ciz-i hikmet, iz'anrubâ-yı kâinat; Bak, ne âlî bir temaşadır feza-yı kâinat; Dinle de yıldızları, şu hutbe-i şirinine, Name-i nurîn-i hikmet, bak ne takrir eylemiş. Hep beraber nutka gelmiş, hak lisanıyla derler: Bir Kadîr-i Zülcelal'in haşmet-i sultanına Birer bürhan-ı nur-efşanız vücub-u Sâni'a, hem vahdete, hem kudrete şahidleriz biz. Şu zeminin yüzünü yaldızlayan nâzenin mu'cizatı çün melek seyranına Bu semanın arza bakan, Cennet'e dikkat eden, binler müdakkik gözleriz biz. Tûbâ-yı hilkatten semavat şıkkına, hep kehkeşan ağsanına Bir Cemil-i Zülcelal'in dest-i hikmetiyle takılmış, binler güzel meyveleriz biz. Şu semavat ehline birer mescid-i seyyar, birer hane-i devvar, birer ulvî âşiyane, Birer misbah-ı nevvar, birer gemi-i cebbar, birer tayyareyiz biz. Bir Kadîr-i Zülkemal'in, bir Hakîm-i Zülcelal'in, birer mu'cize-i kudret, birer hârika-i san'at-ı Hâlıkane, Birer nadire-i hikmet, birer dâhiye-i hilkat, birer nur âlemiyiz biz. Böyle yüzbin dil ile, yüzbin bürhan gösteririz, işittiririz insan olan insana, Kör olası dinsiz gözü, görmez oldu yüzümüzü. Hem işitmez sözümüzü. Hak söyleyen âyetleriz biz. Sikkemiz bir, turramız bir, Rabbimize musahharız, müsebbihiz abîdane Zikrederiz, kehkeşanın halka-i kübrasına mensub birer meczublarız biz...
Sayfa 603
Reklam
Kalblerin en lâtifi, en şefiki, "kısm-ı sâni" ile tâbir edilen kadın kalbidir.
iman etmek:
Kur'an-ı Azîmüşşan'ın ders verdiği gibi, o Hâlık'ı sıfatları ile, isimleri ile umum kâinatın şehadetine istinaden kalben tasdik etmek ve elçileriyle gönderdiği emirleri tanımak; ve günah ve emre muhalefet ettiği vakit, kalben tövbe ve nedamet etmek iledir.
Demek herbir çiçek ve herbir meyve ve umum hayvanlar ve hayvancıklar, nâtık birer sikke, konuşan birer hâtem, söyleyen birer turra olarak meallerindeki hikmetin, intizamlarındaki halin lisanıyla derler ki: “Bu mekân kimin mülkü ise, ben de onun mülküyüm. Kimin sun'u ise, ben de onun san'atıyım. Kimin mektubu ise, ben de onun harfiyim. Ve kimin nesci ise ben de onun nakşıyım ve hakeza!.. Mesnevî-i Nurîye(Bd.)
Sekizinci Lem'a: Bak! Kâinatın eczaları arasındaki rızka muhtaç olan mürteziklere; tek tek her birisinin hâcetinin miktarına göre, bir tarz-ı münasibde tevzi' edilmekte olan rızk keyfiyetinde müşahede edilen şudur ki; şu rızk-ı umumî, bir geniş rahmet-i vasia içindedir. O da, sevdirilme ve tanıttırılmayı tazammun etmektedir. Mesnevî-i Nurîye(Bd.)
Tevafuk edin haydi bakalım
Gel, şimdi teavün düsturuna bak! Güneş ve Kamer'den, gece ve gündüzden, kış ve yazdan, ta nebatatın hazine-i rahmetten erzakı alarak yüklenip, hayvanatın imdadına koşmalarına kadar, sonra hayvanatın da meselâ bal arısı ve ipekböceği gibi Rahman'ın hazinesinden balı ve ipeği alıp, insanlara ulaştırdıkları hizmetlerine kadar, sonra gıda zerrelerinin gıdaca muhtelif-ül cins olan meyvelerin imdadına ve yemek maddelerinin kemal-i intizam ve inayet ve hikmetle beden hüceyratının yardımına koşmalarına kadar; bütün bunlar nasıl güzel cereyan ediyor, gör! Mesnevî-i Nurîye(Bd.)
1,500 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.