Benim kişiliğimde, hastalık hepsini peş peşe yere yıktıktan sonra, ötekilerden daha dayanıklı iki üç şahsiyet kalacak geriye; bunlardan biri de, ancak iki eser arasında, iki duygu arasında bir özdeşlik bulduğu zaman mutlu olabilen bir filozof. Yine de, en sona kalacak olan şahsiyet, Combray'deki gözlükçünün vitrininde duran ve güneş açtığında kukuletasını çıkarıp yağmur gelirken takarak hava durum unu bildiren küçük adama çok benzeyen o minik şahsiyet mi acaba diye düşündüğüm olur. O küçük adamın bencilliğini iyi bilirim; ben ancak yağmurun yağmasıyla geçebilecek bir nefes darlığı çekerken, o buna hiç aldırmaz ve onca sabırsızlıkla beklenen ilk damlaların düşmesiyle birlikte keyfi kaçarak, somurta somurta kukuletasını kafasına geçirir. Buna karşılık, eminim ben can çekişirken, diğer bütün "benlik"lerim ölmüşken, son nefesimi verdiğim esnada bir güneş ışını parıldarsa, küçük barometrik şahsiyet halinden pek memnun olacak ve kukuletasını çıkarıp, "Oh! Nihayet güneş açtı," diye şarkı söyleyecektir.
1876 yılının baharında
Nurs ki Bitlis diyarında
Vakt-i seher civarında
Cihana buyur dediler
Bir çocuk ki çocuklara benzemez
Hiç ağlamaz, pek ihtimam istemez
O’nu gören hayretini gizlemez
Sanki geçmemiş zaman
Özlemle donmuşuz
Filizlenenlere özlemle solmuşuz
Gerçeğimizden sıkılmış kopmuşuz
Bir gün gelir belki beklenen gemi
Gördüklerimize inanmaz olmuşuz
Nerede bu umut kimde unutmuşuz
Günler geçerken biz nasıl da durmuşuz
Bilmem bu gemi seni getirir mi
Sen gecelere geliyorsun,
Sokak lambaları altında.
Bir dost yada beklenen,
Bir ıslık tuttur o zaman,
Zevkine, keyfine ve her şeyine.
Sen sabahlara sığmayan her şey,
Her güzel şey.
Bir dost veya can kardeş,
Saatler senle ne kadar da bereketli,
Hadi o zaman bir şarkı tuttur hayata.
Sen şiirlerimsin,
Sen sebepsiz ve ben sonuç.
Hadi o zaman kalk gidelim bu dünyadan,
Zaman gülüşünle bütünleşiyor,
Ağlarsan ıslanırız.
AYKUT BARIŞ ÇELİK