Yer, zaman ve mekan yok. Mekan var ama yok. Bilebildiğimiz tek şey mekan ama yok. Çünkü mekan bir bekleyiş, zamansızlık bir unutuş.
Müthiş bir felsefi altyapıya sahip, okuması zor, kurgu ama kurgudışı bir kurguyla oluşturulmuş, olay örgüsü sıfırlanmış enteresan derecede güzel bir kitap.
Normalde bu özellikleri sayılan kitap hakkında olumsuz konuşulur ama bu kitap bambaşka. Tam, beyni yanıklar için.
Bekleyiş ve unutuş üzerine bir anlatım, akış veya sorgulama yok. Üç boyutlu evrenin sınırlarının dışında, zamansızlık noktası ile varoluş arasındaki o tezat, çarpıklık, çelişki beklemek ve unutmak ile müthiş işlenmiş. Daha net anlatabilmek adına şöyle basitleştireyim, şimdi ve burada varsınız, öldüğünüz an artık yoksunuz. Ne hatırlayacak bir şey kalıyor geriye, ne unutttuğunu farketmek, ancak yaşarken unuttuğunuzda unuttuğunuzu hatırlamaktasınız. Bu hatırlama gerçek bir unutma mıdır? Unutmanın sınırı nedir? Bilinemez olan bilgiyi hatırlamak mümkün müdür? İşte burada elde kalan tek şey bekleyiş.
Ölen bir yakınınızın yasını tutar ve onu sürekli hatırlarsınız. Ancak bekleyiş bu hatırlamayı unutturur insana. O artık unuttuğunu hatırlayarak anmaya başlamaktadır yakınını. Bekleyişe devam eder edinememiş olduğunu hayata dair. Sonunda unutur.
Tabi bu basite indirgeyişi kitap özeti olarak düşünmeyin. Bekleyiş ve unutuş arasındaki dengeyi aktarmaya çalıştım. Yazar oldukça ters bir dil ile bunu yüksek tandanstan anlatıyor. Çok sevdim şahsen. Bu kitabı tekrardan okumak üzere kenara ayırıyorum. Satırlar arasında yazarla kavga etmek çok zevkliydi.
Keyifli okumalar.