Hegel'in bu kitabının - yirmi üç yaşımda ilk kez okuduğumda hayatımı mahveden kitaptı bu ( tartışılmaz biçimde doğru olduğunu ve okuduğum başka her şeyi yıkıp geçtiğini düşünmüştüm)- başkahramanı, Geist yani Tin denen bir şahsiyettir.
Camillo'nun özneyi sahneye, hatırlanacak şeyleri de seyirci koltuklarına yerleştiren tiyatrosu ile arasındaki fark şudur: Hegel'in tiyatrosunda özne o koltuklarda tek başına oturup Tin'in büründüğü şekillerin sahnede devasa bir şerit üzerinden geçişlerini seyreder ve hepsini hatırlamaya çalışır. Hegel'e göre hatırlanan şey Tin'in tarihidir, yani seyreden özneyi örtük olarak kuran tarihin ta kendisidir. Sahnede olup biten, öznelliğin bütün tinsel dramıdır, bizim dramımız.
Bir retorik öğretmeni olarak yetiştirilen Aziz Augustinus, Tanrı'yı bellekte arayacak kadar ileri gitmiş, ama onun bulunabileceği "hiçbir yer" olmadığını anlamıştır.
Heidegger'in yorumuna bakılacak olursa Nietzsche nihilizmden çıkışı değil, onun en yüksek ifadesini, gerçekleştirilmiş halini temsil ediyordu. (Bu hali anlatan Almanca bir kelime vardı -hep vardır zaten- ama unuttum.)