Ey evlat ben de bilirim dediklerini. Lakin o ayaklarımın altındaki hazineleri almak için eğilmek gerekir. Ben bir dünyalık için eğmem başımı, Allah’tan gayrı kimsenin önünde eğilmez bu baş.
Gün olur beni unutursan başkalarında...
Sen de böyle düşününce üşüyor musun?
Yaralarını sararlarsa yalanlarıyla...
Sen de böyle düşününce ölüyor musun?
Ya da gel düşünme, sabrederiz yüreğim.
Bizi nerede düşürdüyse bırak yerinde kalsın.
Ama ben, peşine düşer yine de giderim.
Özlemim de hasretim de bırak içimde kalsın...
O kadar az kelime biliyorsunuz ki ben dilsizlere konuşuyor gibi hissediyorum kendimi. Yahut az Türkçe bilen ecnebi topluluğa hitap ediyormuşum gibi sıkıntı çekiyorum.
Artık soramam ben sana: << Giryan ne demektir?>>
<< Giryan... Onu geç anlatamam ben>> diyemezsin;
Israr edemezsin;
Artık soramazsın bana: << Hicran ne demektir?>>
Hicran mı, evet âh onu inkâr edebilsem,
<< Bilmem!>>diyebilsem!..
Ey nefsim! Anladım ki dünya sevgisi ile Allah sevgisi bir gönülde bulunmaz. Zira iki sevgili bir kalpte var olmaz. Sevilene bir olmak yakışır. Tek olmak yakışır. Sen bendeki dünya sevgisisin ve sen ölmeden aşk bana sokulmaz. Öleceksin ki ben asıl sevdiğime ulaşayım.
"Sevmeyi özledim biliyor musunuz? Kayıtsız şartsız bir gülüşü. Olur olmaz yerde ağzıma bir öpücüğün konmasını. Bir doğruya sevinmekten çok bir saçmalığa gülümseyebilen hoşgörüyü. 'Nerde kaldın' ayazını değil, 'hoş geldin' iyiliğini. Hiçbir şeyle yatışmayan yürek telaşını. Kapı zilleriyle telefonlar arasında tükenmeyi. Geceyi bir hayal hazinesine çeviren uykusuzluğu. Bir gövdenin önünde diz çökmeyi. Kendimi severek yürümeyi kalabalıkta. 'Göğe bakma duraklarını' özledim. Yağmuru kirpiklerden içmeyi. Yumruk kadar bir yüreğe dünyayı sığdırma hünerini. 'Sana sevinç verdiğim sürece ben buradayım' zenginliğini özledim...
Sâliha Binti Abdullah diyor ki:
Genç yaşımda eşim öldü ve ben on yaşındaki biricik kızım Selmâ ile gurbet ellerinde dul ve garip kaldım. Beş yıl sonra biricik kızım Selmâ da aniden ölünce, hayatım karardı, günlerce ağladım ve Yüce Rabbime bana sabır ve dayanma gücü vermesi için çok yalvardım. Sonra, yavaş yavaş ölümü kabullendim ve kızımı rüyada görmeye razı olmaya başladım. Bir gece rüyamda kızımı saçları ve dirseklerine kadar iki kolu alevler içinde yanarken gördüm. Bana dedi ki: “Ah Anneciğim! Ben beş vakit namazımı kılar ve Kur’an okurdum ama, ara sıra bahçeye kısa kollu ve başımı örtmeden çıktığım için, açık olan yerlerim yanıyor.” dedi.
"Oysa ben, hem de uykuda filan değil,
öğle vaktinin aşırı uyanıklığında, derim ki:
Rüzgâr, dev bir meşe ağacıyla da, ufacık bir ot filiziyle de
aynı tatlı dille konuşur."
Düşünmemek için büyük çaba gösteren insanların hızlı ve yoğun dünyalarında yaşıyor olmama rağmen, düşüncelere sevk olmaya can atan tuhaf mizaçlı bir genç...