Kendime not olsun :)
"... Belki de insanların birbirlerine duygularını salt anlatmaları olanaksız. Ben çok açık konuşmaya çalışıyorum. Sonsuz bir bağımsızlık, sonsuz bir özgürlük duyduğum için. Bu duygularım, zamanları da, ülkeleri de, kentleri de aşıyor. Termessus'tan önce, çok önce başlıyor, nerede biteceğini bilemiyorum, ama hiçbir yerde hiçbir zaman bitmeyecek gibi..."
Bir ben kaldım şimdi tek yakın bana Ama ben eskiden de Hep böyle Yalnız çıkardım yola
Reklam
İyiki varlar ? Beni ben yaptılar ! Sonsuz teşekkürler
Tüm dostlarına minnettar ol, özellikle de seni elleriyle büyütmüş olanlara!
Sayfa 74 - Türkiye İş bankası kültür yayınlarıKitabı okuyor
Yitirdim cebimdeki bütün adresleri Yağmurlar, yağmurlar ortasında kaldım Aklımı boğacak o selleri Ben kendi damarlarımda yarattım Artık ne bir satır yazı, ne de bir selam Tek kişilik bu oyunda rol alabilir Gitti bütün seyirciler boşaldı salon Geride kalan yalnızca, yalnızca maskelerdir
603 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
·
19 günde okudu
Kitap tarihi romanın ilk örneklerinden biri. İskoç yazar Walter Scott bu romanda ortaçağ İngilteresini, özellikle Norman istilası zamanlarını yansıtıyor bize. Normanlar ve Saksonlar arası düşmanlık, Haçlı Seferine gidip dönemeyen, yolda Almanya'da esir düşmüş Aslan Yürekli Kral Richard ve onun yokluğunda tahtı ele geçirmiş kardeşi Kral John,
Ivanhoe
IvanhoeWalter Scott · İletişim Yayınları · 2021100 okunma
Ali Emmi'nin belden yukarısı ona doğru iyice eğilmişti. Salih'in bir karış ötesine kadar gelen tel çerçeveli gözlükten irileşmiş kıllar ve hücreler görünüyordu. İhtiyar donuk, hiçbir duygu taşımayan bir sesle: "Hafız'ın oğlu, esvabın da pek yaraşmış hani... Ne çolaklığın belli oluyor, ne suratın, hele hele pantol!.." Salih aptallaştı ve kendini toparlayamadı: "N'olmuş yani?.." Tel çerçeveli gözlük şimdi iyice uzaklaşmış, yön değiştirmişti. Ali Emmi tabakasını çıkarmıştı, fakat elleri artık fazlaca titriyordu. Yanındakine uzattı: "Sarıver," dedi. Kahvede çıt yoktu. Salim ocağı karıştırıp duruyordu. Gözlerin kimi tavanda, kimi tabanda, kimi de pencerelerde idi. Salih istediği hâlde sesini yükseltmeden tekrarladı. "N'olmuş yani?.." Ali Emmi ona dönmeden ters ters cevap verdi: "Yaniyi de Ligor'u da bilmem ben." Salih kıpkırmızı olmuştu. Tam ağzını açacağı sırada Ali Emmi bir delikanlı gibi gürledi: "Utan len Hafız'ın oğlu utan. Koca Memâlik-i Osmaniye senden beter oldu, bin beter oldu. Kıçı kırık İtalyan askeri gelmiş ta Akşehir'e dayanmış da Hafız'ın oğlu kolundan budundan konuşur. Haram olsun o gaza sana diyecem emme dilim varmaz. Utan, utan. Len Salim yap bir ıhlamur bana."
Reklam
"Ne olup bittiyse onu anlat," dedi. Alnındaki kırışıklıklar büsbütün derinleşmiş, tel çerçeveli gözlük burnuna düşmüştü. Akıl almaz bozgunların hesabını Salih'ten sorar gibiydi. Salih'in sinirlerindeki karıncalanma artmış, tırmalama hâlini almıştı. Başından geçenleri anlatmak kolaydı. Fakat iyi biliyordu ki, ondan sorulan büyük hesaptı, sorunun içinde büyük facianın bütün kırıntıları vardı: "Karılarımız, kızlarımız neden aç kaldı?" "Neden yakacağımız, giyeceğimiz yok?" "Biz Galiçya'sından Kanal'ına kadar dünyanın her yerinde aslan gibi evlatlarımızı bırakalım da İtalyan oğlanları ta kasabamıza kadar gelsin ha? Sebep?.." Bütün bunların sebebini Salih onlar kadar bile bilmiyordu. Farkına varmadan güldü. Bu gülüş zerre kadar istemediği, kast etmediği ve yine farkına varmadığı hâlde küçümseyici, hatta alay edici idi. Sesindeki yırtıcı ton da gülüşünün mânasını tam bir kasıt haline getiriyordu: "Ne bileyim ben?.." -omuzlarını silkmişti- "Seferberlik dediler. Sancak-ı Şerif açıldı dediler, hadi askere dediler, biz de gittik. Padişahım çok yaşa diye bağırdık. Sonra toplar, tüfekler patladı. Boyuna yürüdük, koştuk, süründük, sindik, saldırdık, ikide bir süngüleştik. Kiminde kazanmışız, ilerliyormuşuz, kiminde gerilermişiz... Hepsinde de ölen tam ölüyor, kalanlarınsa kimi tam, kimi de yarımyamalak kalıyordu. Sonunda harp bitti, yenildik dediler."
Bu Ramazan sanki çok durgun ve sakin geçiyor, sadece bana mı öyle geliyor bilmiyorum ama hakkıyla Ramazan ruhunu yaşayamıyoruz sanki. Belki yaz mevsimi olmadığı için belki de insanların artık “Ramazan da neymiş” diye göz aldı ettikleri için.Eskiden olsa sahurda “ya o son suyu içmeyecektim” derdik susayacağımız bile bile…Şimdi ne bileyim ya ben büyüdüm ya da insanların günahlardan dolayı kalpleri katılaştı bilmiyorum.Ama keşke yılbaşına diğer resmî günlere verdiğimiz değeri “Ramazan’a” da verebilsek…
Hiçbir şey hoşuma gitmiyor
"Hiçbir şey hoşuma gitmiyor." Otobüste bir yolcu şöyle diyor: “Hiçbir şey hoşuma gitmiyor.” "Ne radyo ne sabah gazeteleri ne de tepelerdeki kaleler. Ağlamak istiyorum." Şoför, "Durağa varıncaya kadar bekle" diyor. "O zaman istediğin gibi ağlayabilirsin yalnız başına." Bir kadın şöyle diyor; "Ben de aynı durumdayım, benim de hiçbir şey hoşuma gitmiyor. Oğluma mezarımı gösterdim, sevdi de uyudu orada, hoşça kal demeksizin. Bir üniversite öğrencisi: "Benim de hiçbir şey hoşuma gitmiyor. Arkeoloji okudum, ama bulamadım taşlarda kimliği. Ben sahi ben miyim?" Ve bir asker şöyle diyor: "Benim de hiçbir şey hoşuma gitmiyor. Beni kuşatan bir hayaleti kuşatıyorum her daim." Asabi şoför söylendi: "İşte son durağa yaklaştık inmek için hazırlanın. Yolcular hep bir ağızdan: "Durağın ötesindekileri istiyoruz, devam et sürmeye!" Ben ise, "beni burada indir" diyorum. "Ben de onlar gibiyim, hiçbir şey hoşuma gitmiyor, lakin ben, yolculuktan da yoruldum." (Mahmut Derviş)
Yazılarım koyuluğunu kaybediyor Mevsimlerin tadı kalmadı Esiri olduğum yerler dışlıyor gölgemi Güneş yetersiz,ay fazla, yıldızlar neredeyse yok Özgürlük kanatlarımı çalan bir hırsız Toprak kendine çekiyor yalnızlığımı Yeminlerin sayısı artan eğri Sözler tutulmamaya ant Histerik hisler kol geziyor nevrimde Neler bela ettin başıma bir
Reklam
İran kökenli olan Selman-ı Farisi herkesin soyuyla övündüğü bir mecliste "Biz İslam'ın çocuklarıyız." der. Ben kendimi böyle hissediyorum. Bizim içinde yaşadığımız bu coğrafyanın harcı İslam olmuştur. Kültürümüz, yaşamımız, değerlerimiz ve bakış açımız istesek de istemesek de buna göre şekillenmiştir.Nihayetinde hepimiz İslam'ın çocuklarıyız. İslam bizim babamız. Babamız bize borç bıraktıysa borcunu öderiz, bundan da gocunmayız. İslam medeniyeti bugün bizim elimize mağlup şekilde ulaşmış, "İslam'ın Uhud çağında doğmuşuz." der
35 YAŞ ŞİİRİ
Yaş otuz beş! yolun yarısı eder. Dante gibi ortasındayız ömrün. Delikanlı çağımızdaki cevher, Yalvarmak, yakarmak nafile bugün, Gözünün yaşına bakmadan gider. Şakaklarıma kar mı yağdı ne var? Benim mi Allah'ım bu çizgili yüz? Ya gözler altındaki mor halkalar? Neden böyle düşman görünürsünüz, Yıllar yılı dost bildiğim aynalar? Zamanla
Ben bir katip değilim. Nedendir ki bazı anları kelimesi nefesine kadar hatırlarım. Ezbere okuduğum o acıların tozu boğazıma dizilir. Bir kitap kapağı uzaklıktaki o dünyaya baka kalırım. Hayır ben yaşarım. Oradayımdır. Birkaç cümle aşağıda. Üç noktalı bir apartmanda beyaz sayfalı duvar kağıtlı odada bir noktayım. Ardımdaki mana ne? Evvelimdeki samimi cümle devam edecek mi? Başlangıcı bilmiyordum sonu da bilmem. Ben bu cümledeki özneyim. Ama bir gün gizlenip benden geriye nesnelerim kalacak. Bir kalem, mürekkep ve ayakkabılar. Harcadığım hangisi? Belki de yazdığım kalemdeki mürekkep, yürüdüğüm hayat kitabımın sayfalarındaki ayakkabı izinde. Tamamı tükenince ortada benden bir iz kalmayacak. Bu da benim sonum. Eğer beni hatırına getirmek istersen yakınındaki bir kitabı aç ve noktaları oku.
"Ben malûmum. Yani sayısız imkânlar arasında gerçekleşmiş ve donmuş bir imkânım. Ben bir şeyim, meçhul her şeydir. Fakat... unutma ki, ben, varım; meçhul, yoktur. O, sadece olabilir, fakat olmayabilir de! Ben bir realiteyim, o bir imkândır. Bu farkı anlamayan bir aşka sen beni inandıramazsın."
♤...yine de ben kendimi {nefsimi}bütünüyle temize çıkarmaya çalışmıyorum; çünkü Rabbimin acıyıp esirgediği kimseler hariç, insanın kendi benliği [de onu] kötülüğe sürükle(yebili)r; gerçekten de benim Rabbim çok acıyıp-esirgeyen gerçek bağışlayıcıdır!”/ Yusuf süresi 53 ~~~~~~~~~°°~~~°°~~~~~~°°°°~~~~ ♧53 }Lafzen, “Rabbimin acıdığı/merhamet ettiği ...”. Müfessirlerin çoğuna göre buradaki mâ zamiri kişilere, insanlara (“ki o” ya da “ki onlar”) râcidir. ♧54} Lafzen, “kötü olanı emretmeye alışıktır/yatkındır”. -yani, çoğu zaman akıl ve sağduyunun ahlaken iyi ve olumlu bulmadığı yöne sürükleyen güdülerle doludur. ”Hz. Yusuf’un insan yapısındaki bu zayıflığı dile getiren sözleri, bizzat bu zayıflığı yenmesini bilmiş birinin tevazuunu yansıtan yüce gönüllüce sözlerdir; çünkü ayetin devamı göstermektedir ki, Hz. Yusuf kendisine değil, sadece Allah’ın lütuf ve merhametine bağlamaktadır.
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.