Onu sekiz geçtiğinde
Pardon saat kaç diye sordum yanımda otobüs bekleyen kadına. Onu on geçiyor dedi. Teşekkürler dedim.  Arkamı dönüp omzuma çapraz olarak taktığım çantamdan telefonumu çıkarıp çaktırmadan saate baktım. Hayır onu on geçmiyordu. Onu sekiz geçiyordu. On demek sekiz demekten daha mı kolaydı? Neden hep sayıları yuvarlayarak söyleriz ki? Altı geçseydi beş
Okudum. Çok çalıştım. Okul birincisi olmadım ama üniversiteye gittim. Yazar oldum. Ağızları açık kaldı. Bana zamanında "Kime çektin sen?" diyenler şimdi "Aayynı ben!" diyorlar. "Hmm..." diyorum içimden. "Aynı sen!" Olanları unuttum mu sandınız? Unutmam... Çocuklar asla unutmaz, büyüseler de unutmaz... "Çocuk kalbi affeder ama asla unutmaz!"
Sayfa 200 - Taze KitapKitabı okudu
Reklam
Cami Bey de çok üzgün görünüyordu. Çok güzel, genç bir karısı, en büyüğü 15 yaşında, en küçüğü 9 aylık olmak üzere beş çocuğu vardı. Onları bir hafta geçindirecek kadar bile parası yoktu. Hemen o gün, bir dosttan borç almaya karar verdik. Başını iki elleri arasına alıp sıkışını hiç unutmam. Ben, Rıfkı Bey’i köşe başında buldum. Osmanbey’e kadar yürüdük. Zenci bir arabacının arabasına binmeye karar verdik. Fakat arabaya binerken iki üniformalı İngiliz polisi ile bir sivil memurun arabaya binenleri gözden geçirdiğine dikkat ettik. Arabanın önünde durarak konuştuk. Ben diyordum ki: — Ben, buraya bugün Efendi Hazretleri’ni görmeye geldim. O da cevap veriyordu: — Ben de inşaallah yakında kendilerini ziyarete gideceğim. Ben arabaya yalnız bindim. O, yerden alaturka bir temenna100 verip ayrıldı. Arabacıya beni Köprü’ye101 götürmesini söyledim. Her hâlde, Mahmure Abla’ya gidinceye kadar belki üç defa araba değiştirecektim. Zencinin garip bir surette bana baktığını ve Beyoğlu’nda lüzumundan fazla ağır gittiğini hissettim. Belki beni İngiliz polisine teslim edip etmeyeceğini düşünüyordu. İlân edilmiş olmamakla beraber, beni haber verenlere 500 veya 1000 İngiliz lirası verileceği söylentilerini duymuştum. Bu para, bu zavallı için oldukça mühim idi.
Mister King: — Bulgarları Yunanlılara tercih etmez misiniz, diye sordu. Hiçbirini tercih etmiyorduk. Bu toplantı bittiği zaman, hepimiz nefes aldık. Süleyman Nazif Bey’in o vakur kafasıyla, harikulâde gözlerinin bakışını hiç unutmam. Benim elimi bir küçük çocuğu himaye eder gibi tutmuş: — Bize bugün analık et. Bizim için de tercümanlık yap, demişti. Onlar Doğu Anadolu’yu temsil ediyorlardı. Süleyman Nazif Bey konuştu. Şüphe götürmez bir Türk çocuğu olanlar, Doğu Anadolu’da Ermenistan istemiyorlardı. Heyetten birisi kıtalden bahsetti. Süleyman Nazif sinirlendi. Bu kıtalin nasıl iki taraflı olduğunu, Türkler kadar Ermenilerin de mesul olduğunu anlattı. Sözleri Wilson’un 27 Eylül 1918’de vermiş olduğu nutku hatırlatıyordu. — Tarafsız bir adalet, hiçbir tarafı ayırt etmemek lüzumunu taşır. O, öyle bir adalettir ki, mevki ve taraf tutmadan herkesin müsavi olan hakkını tanır. Bu mülâkat çok acı oldu. Muazzam bir masa etrafında oturan heyetle, sağ taraftaki siyahlar giyinmiş dört Türk vatandaşın facia ifade eden yüzleri hâlâ hafızamdadır. Ben, orada sadece bir tercüman değil, biraz da avukat vaziyetindeydim. Odadan çıktığımız zaman, Süleyman Nazif Bey’in yüzünün son derece sararmış olduğuna dikkat ettim. Kapıda birbirimizden ayrıldık. Son Telgraf’ta, 1924’te “Edib Kızı Halide” adlı makalesi ile bu günü hatırlatıyordu.
"Şaşırtıcı bir şekilde mükemmel," diye mırıldandı. "Cazi- beni hafife almışım." Tam anlamıyla utanç verici olsa da bir göz tarafından ye- nip bitirilmek heyecan vericiydi. Huzursuzlanmaya başladığın- da, Daniel yırtarcasına gömleğini başından çekip çıkardı, daha sonra çizmelerini çıkarmak için eğildi. Gergin kasları bronz
Sayfa 224
206 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
Merhabalar Sizlere bir soruyla baslamak istedim bugun. Okulda hic katilimin zorunlu oldugu piknige gittiginiz de aykiri ogrencilerden miydiniz yoksa uslu uslu piknigini yapip herkesle eglenen ogrencilerden miydiniz? Aykiriliginiz neydi? Aramizda kalsin ben aykiri ogrencilerdendim. Hatta bir keresinde tabi yil 93-94 hic unutmam Sapanca'da okulca yaptigimiz bir piknikte bir kac arkadaşımı kandirip piknik alanini terk etmis gölde kano kiralayip eglenceli vakitler gecirmisken tum ogretmenlerimiz bizi aramaya koyulmustu Neyse gelelim kitabimiza. Bizim 3 kafadarimiz Torpi, Korot ve Sitil okullarinin katilimi zorunlu oldugu piknige gitmek zorunda kalirlar. Piknik alanindan ayrılıp ormana yuruyuse, kesfe cikarlar. Aaaa o da ne sarki soyleyen bir kiz adi Mücafora ve tanisma gerceklesir. Mücafora'nin ayaklarimin dibinde nehirde olusan girdap ve bir kişinin girebilecegi bir bosluk olusmasi bizim 3 kafadari sasirtsada bir bakiyorlar ki Mücafora girdaba giriyor kayboluyor. Nedendir bilinmez bizim merakli 3 kafadar dostumuzda kendilerini girdapta buluyor... Eee simdi neler oldu? Neler yasandi? Mücafora, Mahsut Efendi, Sadik Amca ve eşi, Hurmoz da kimdi? Esrarengiz bu yolculukta neler oldu? Bizim 3 kafadar piknik alanina ve ya evlerine donebilecek mi? Sorularimin cevabini ogrenmek istiyorsanız hem 8+yaş uzeri ve biz buyuklerinde bence hosuna gidecegi, sade, yalın bir dille bizlere aktarilmis #uckafadarinesrarengizyolculugu nu okumalisiniz.
Üç Kafadarın Esrarengiz Yolculuğu
Üç Kafadarın Esrarengiz YolculuğuHülya Bilgen · Kent Kardeş Yayınları · 201829 okunma
Reklam
" Ben kendimi tanıyorum bu eşiği de aşarım ama asla yapılanı unutmam, ben buna kin demiyorum, nefret demiyorum sizinle artık bir alakam dahi yok, sadece size eskisi gibi değilim. Ben asla zarar gördüğüm birisine eskisi gibi kalkansız yaklaşamıyorum, duvarlarımı aşamıyorum. "
Paul iki derin nefes aldı. "Bir şey söyledi." Gözlerini kapayıp Rahibe Ana'nın sözlerini hatırladı; konuşmaya başladığında, yaşlı kadının ses tonunu kullandığının farkında değildi: "Sen, Paul Atreides, kralların torunu, dük oğlu olan sen hükmetmeyi öğrenmelisin. Atalarından hiçbirinin öğrenemediği bir şey bu." Paul
Sayfa 53
hatta hiç unutmam bir seferinde ikimiz Mısır’a gitmek istemiştik de ben kendimi Salzburg’da sense evde bulmuştun...
Sayfa 323 - Yapı Kredi YayınlarıKitabı okudu
Babasız bir şeker bayramı :(
1990'larda bir arefe gecesi, mahalledeki tüm arkadaşlarla bir araya gelir, başlardık ellerimizdeki kürek ve süpürgelerle sokağımızı baştan aşağı süpürmeye. Kuralımız basitti; önemli bir mazereti olmadığı sürece, bu kutlu vazifeye katılmayan her kim olursa olsun, biriken çöpler o arkadaşımızın evinin önüne kadar süpürülüp bırakılırdı. O
Reklam
Ben kendimi tanıyorum bu eşiği de aşarım ama asla yapılanı unutmam, ben buna kin demiyorum, nefret demiyorum sizinle artık bir alakam dahi yok, sadece size eskisi gibi değilim. Ben asla zarar gördüğüm birisine eskisi gibi kalkansız yaklaşamıyorum, duvarlarımı aşamıyorum.
Resim