şiirlerini anlamayan, paragraflarının başını unutan ve kaleminde ellerinden bulaştığı kanı ile meşhur olan biri bu gece de daha gece düşmeden kalemlerine sarıldı, kitaplarına sığındı ve şarkılarda yine ve yine takılı kaldı. ölüm böyle bir şey mi. sessizce geçip gitmek bu dünyadan yoksa sağırlara müzikler söyleyip körlere satırlar kadar uzun uzun yazmak mıdır ölüm. ölüm öncesi yorgunluk derler buna, peki sonrası. sonrası, ölüm müdür meşhuriyettinden tanınan yoksa hassaslığından insanları vuran. zehir olduğumu söyleyenler oldu, ölüm kadar mı diye sormaya cesaret edemedim ama her günüm o zehri tatmakla geçti. bazen isteyerek bazen istemeyerek. anladığım tek bir şey vardı, o zehrin benden gelmediğiydi. banaydı ama benden değildi. aradaki farkı bana yabancı oluşundan ve gerçekten ölüm ile ölçülür bir şekilde oluşundan anlamıştım. zehri bu gece de döktüm, ateşleri bu gece de yaktım, okyanuslara bu gece de daldım. soruyorum sana, ellerin piyano çalabilmek için yeterli mi, yeterince kan döktün mü benim gibi. sonra ellerin kanamasın, kana dayanamazsın ve ben de sarmayı bilmeyen bir yarayım. bana muhtaç kalma; külüm ben yanmam, okyanusum ben boğulmam ve zehirim bana dayanır, ölemem. ve üzgünüm, çiçeklere veda edemem.’