İşyerindeydim, nöbette, yalnızdım, öyle umdum en azından. Çayımı koydum, dikkatimi toplamaya çalıştım, yazarla baş başa kalayım diye. Oğuz Atay’ın öykü kitabını bu akşam bitiririm diye düşünmüştüm. Ya da bir ara aklıma öyle gelmiş sonra vazgeçmiş olabilirim. Emin değilim okuyorum sadece...
Şimdi anladım, aslında bu kitapla başlamak lazımdı Atay’ı
- "... Bir halkın şemsiyelerini ıslansınlar diye toplatmak isteyen aklım…
Aklıma gelmişken seni öldürmek isteyen merhametim…
Ne söylesem aramızdaki kırgınlığa fayda etmeyecek açıklamalarım. Her daim üstüme kalan bir çırağın acemiliği…
Durup durup gülsem kimsenin fark etmeyeceğini zannettiğim bezginliğim…
Ve bir kilimin titizlikten çektiği eziyet!
Bunlar da geri kalanlarınızın olsun…
Şimdi bakın; çocukken üşengeçlikten çiçek bile çıkaramayan insanlar tanıdım bu hayatta.
Yoo, o bıçağı atletinizin içine koyun.
Kendinize bir ölüm hediye etmenize tahammül edemem.
Hepiniz şunu iyi biliyorsunuz ki oturup gıybet meclisi kurduğumuzda beni başkan seçen sizlerdiniz.
O zaman buna katlanmak vazifesi de artık sizlere düşüyor.
Sizleri utandıkça küçülmeyi beceremeyen insanların arasına emanet ediyorum.
Onlar ne bilsin bir tren sevinince seke seke rayların üstünden memlekete gidişini.
Beni sorarlarsa “O iyi bilirdi” dersiniz.
“Çünkü en çok ona gitmek yakışırdı.” dersiniz..."
(Bülent Parlak, Aleyhime Şahitlik, izdiham.com)