Benim de dinim var, onlardan daha dindarım üstelik; onlar gibi şaklabanlıklar,hokkabazlıklar yapmıyorum çünkü. Tersine, Tanrı'ya tapınıyorum ben! Yüce bir varlığa -n'olursa olsun,orası önemli değil- bir Yaradan'a tapıyorum. Çünkü yurttaş olarak, aile babası olarak ödevlerimizi yerine getirelim diye bu dünyaya bizi gönderen O'dur. Ama, buna karşılık kiliseye gidip de bazı gümüş tepsileri öpemem, bizden daha iyi yiyip içen bir sürü soytarıyı, cebimden para vererek besleyemem doğrusu... Çünkü insan Tanrı'ya bir korulukta, bir tarlada, eskilerin yaptıkları gibi, sadece gökyüzünü seyrederek bile tapınabilir.
Güvenlikten sorumlu Târık b. Ziyâd kafilesiyle birlikte İbn Şübrüme'nin bulunduğu bir yerden geçiyordu. İbn Şübrüme onları görünce şöyle dedi:
"Tarık'ı seviyor olsalar da bunları, çok geçmeden dağılacak yaz bulutuna benzetiyorum." Ve ekledi: "Allahım, benim dinim bana, onların dini kendilerine aittir." Bir müddet sonra İbn Şübrüme kadılık vezifesine getirilince oğlu kendisine sitem etti ve o gün söylediği sözü hatırlattı. İbn Şübrüme ise şöyle karşılık verdi : Yavrum, baban onların helvalarından yedi ve neticede hevâlarının içine düştü
"...Allah'ım! Senin ezelî ilminde; yapmayı düşündüğüm bu iş benim dinim ve dünyam ve geleceğim açısından hayırlı olacaksa, bu işi benim hakkımda takdir buyur, onu bana kolaylaştır, uğurlu ve bereketli eyle. Eğer bu iş senin ezelî ilminde benim dinim ve hayatım hakkında ve işimin akıbeti hakkında şerli ise onu benden geri çevir, beni de ondan vazgeçir ve benim için nerede olursa olsun yalnızca hayırlı olanı takdir et, sonra beni ona razı kıl."
(Buhârî, "Deâvât", 48