"Sana ne kadar teşekkür etsem azdır, Bilal. Yıllardır ne büyük bir gaflet içinde olduğumu ancak bugün, şu birkaç saat zarfında ve senin sayende anladım. Bu birkaç saat evveline kadar benim de hakiki bir iman lezzetinden mahrum diğer gençler ve gaflet içinde bulunan tüm insanlar gibi şöyle bir hayat felsefem vardı, 'Bu dünyaya bir kere geldik, bir daha gelecek değiliz. Eninde sonunda vücudumuz kara topraklar içinde çürüyüp yok olacak. Bunun için bu dünyada ne kadar eğlenip, zevk alırsak, yanımıza kâr kalacaktr. Ölüm hatıra geldikçe, verdiği huzursuzluk ve manevî sıkıntıdan kurtulmak için ancak çılgınca eğlenceler, felsefi nazariyeler, acayip demagojilerle kâh sarhoşluklar ve kâh sefahat âlemleri ile kendimizi avutup mes'ud olabilir, aradığımıza ancak böyle ulaşabiliriz.' diyordum." Necati, sözlerinin burasında durdu, gözlerini dalgın bir şekilde karanlıkların içine dikti ve dudağının kenarında beliren acı bir tebessümle başını hafif hafif iki yana salladı. Sonra Bilal'e dönerek sordu: "Ne garip ve sapık bir felsefe değil mi, Bilal? Halbuki çok geç de olsa, bugün, şu birkaç saat icinde öğrenmiş bulunuyorum ki: Hakiki saadet ve elemsiz lezzet, ancak i
İslâmi emirlere riayette ve iman hakikatleri dairesindeymiş. Bilemezsin Bilal, biraz evvel namazdaki o acemice ve gülünç hareketlerime ve aranızda duymuş olduğum büyük utanc ve ızdırabıma rağmen o anlar belki hayatımın en mes'ut ve huzurlu anlarıydı."