Aydın olmak gösterişli bir kıyafet giymek yahut kolalı bir yaka ve modaya göre şapkayla dolaşmak değildir. Aydınlar halkın beynidir. Halk bizi eğitimimiz bittikten sonra iyi maaşlı bir işe girerek, akşamları lokantalarda oturmak veya sözde 'okuma salonlarında' kağıt veya domino oynamak için yetiştirmedi.
“Halkı unutmayın! Siz hepiniz, halkın arasından yetiştiniz. Şimdi ne yapıyorsunuz? Aydın olmayan kardeşlerinizden kaçıyor musunuz, yoksa halkın yanlışlarını düzeltmek için yollar mı düşünüyorsunuz?”
Üzerime yüreğimden başka muska takmadan konuşmak gerekirse...
'Tarih denilen tamahkâr tüccar'
elbette Millî Mücadeleyi, İlk kurşunu, İlk Direnişi Medine Müdafasına bırakamazdı. Bıraksaydı yapılan hesaplar, uydurulan tezler hedefine bu kadar çok ulaşamazdı.
30 Ekim 1918'de Osmanlı Hükümeti teslim olduktan sonra Hükümetin ve İmparatorluğun
“Milyonlarca insan doğuyor, derin bir sefahet içinde yaşıyor ve ölüyor. Bu böyle mi olmalıdır? İçlerinde birçok zeki insan bulunmasına rağmen milyonlarca insan, hayvanlar gibi sersem ve cahil kalıyor. Sayısız küçük kardeşiniz huy olarak zalimleşiyor.
Peki bu böyle mi olmalıdır?
“Evet böyle olmalıdır!” diye yüzlerce kez tekrarlanan iğrenç sözlerden utanmıyor musunuz?”