Bebe, babuş, dürzü... vay anasını, üçün biri(ni göstermek)... "o bir şeftali olsaydı, sen de patlıcan onu patlatmaya", "tam deliği tutturmuşsundur", "göbekten biraz aşağı inersen ben oradayım", "sen zaten bir asılmaya bir takılmaya"... Bunlar, asıl dilinden okuyana kadar sorgulamaya devam edeceğim, en hafif
Hayır; güneş hiçbir zaman
Öyle bir yarın görmeyecek.
Yüzün, beyim, yüzün bir kitaptır unutma;
İçinde korkulu bir şeyler okuyabilir insan.
Dünyayı aldatmak isteyen dünyanın rengine bürünecek.
Şunu bil beyim: Zayıf insan tek başına yaşayamaz! Ona her şeyi ver, hepsini sana geri getirir, çarlık topraklarının yarısını ver, bak gör bir şey yapabilir mi? Özgürlük ver, paket yapar geri getirir. Özgürlük akılsız yüreğe göre değildir!
“Yüzün, beyim, yüzün bir kitaptır unutma;
İçinde korkulu bir şeyler okuyabilir insan.
Dünyayı aldatmak isteyen dünyanın rengine bürünecek.
Bakışın, ellerin, dillerin gülsün;
Yüzünden lekesiz bir çiçek ol,
İçinden zehirli bir yılan.”
Sayfa 20 - İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
"İstanbul'da birinin rezilliğini yazmanın cezası altı ay mı beyim?"
"Herif dava ederse, altı ay..."
"Seni dava mı etti o herif her kimse?"
"Etti."
"Rezil miydi gerçekten?"
"Evet!"
"Vay başıma! Gerçekten bir rezile 'rezil' demenin cezası altı aysa köylü milleti İstanbul'da hiç barınamaz. Çünkü bizim ağzımız sövmeye alışıktır..."
"Beyim siz hasta değilsiniz,hasta olan sizin düşünceleriniz, düşüncenizi değiştiriniz.Dünya göründüğü gibi değildir, bakış açınızı değiştirmelisiniz ki dünya değişsin."
Kirazın Tadı Filminden
Orhan Veli giyime kuşama düşkündü, parası olduğunda güzel giysiler yaptırır, güzel kravatlar satın alırdı. Ama ne yazgıdır bu, çok geçmeden parasız kalıverir ve güzelim giysisini satıverirdi. Sattığı yer de hep aynı eskici olurdu, Hergele Meydanı'ndaki bir eskici. [...] Bu giysilerin pantolon paçaları dardı elbet, Orhan'ın beğenisine uygun olarak. Bir gün, gene bir giysisini götürdüğünde, eskici, "Beyim, bir dahaki sefer paçaları bol tut, çünkü satılmıyor dar paçalı olduğu için" demiş.
"Hele şuna hele... Gördün mü beyim? Ufak oğlanı gene şamarladı şu kara domuz!"
"Hangi kara domuz?"
"Nah Güneş Okulu'nun avlusundaki kara domuz... Küçük oğlanı gidip gelip şamarlamakta... 'Ulan alçak!' desem, el kadar bebeyi neden şamarlamaktasın suçsuz günahsız?"
"Belki vardır onun da bir suçu... Ne biliyorsun?"
"Suçu güçsüzlük... Bu dünyada gücün yetmedi mi şamarı yersin! Arkanda yiğit baban, yetişmiş dayın, emmin yoksa her geçen seni döver!"
"Bak bakalım beyim, bu oğlanın gözü kaçmakta değil mi? Dinime imanıma kaçmakta... Köylü kısmı, dağa bayıra alışık olduğundan mahpus damında bunalır, yazının yabanın yeşertisini davar gibi özler..."
"Sen bacaklarını kaybetsen Fatma'n seni daha çok sever mi?
Salim anlamamış gibi gözlerini açtı. Sonra yavaş yavaş gözlerine eski manasızlığı geldi. "Yavuklunu mu düşünüyon beyim?" dedi.