Halime

Efendiler, 1922 senesi Ağustos'una kadar da Batı devletleri ile müspet manada ciddi münasebetler vuku bulmadı. Memleketimizde bulunan düşmanları silah kuvveti ile çıkarmadıkça çıkarabilecek mevcudiyet ve milli kudreti ispat etmedikçe, diplomasi sahasında ümide kapılmanın doğru olmadığı yolundaki kanaatimiz kati ve daimi idi. En doğru kanaatin bu olduğunu, bu olacağını tabii olarak kabul etmek uygundur. Hakikaten bugünün hayat şartları içinde bir tek fert için olduğu gibi bir millet içinde kudret ve kabiliyetinin fiili eserlerle gösterip ispatlamadıkça kendisine itibar ve ehemmiyet gösterilmesini beklemek beyhudedir. Kudret ve kabiliyetten mahrum olanlara iltifat olunmaz. İnsanlık, adalet ve mürüvvet icatlarını, bütün bu vasıflara sahip olduğunu gösterenler talep edebilir.
Sayfa 530 - Alfa yayınevi
Reklam
Böylesine sağlam bir inanç
21 Eylül 1919 günü General Harbord ile uzun uzadıya görüştük. Generale, Milli Mücadele'nin maksat ve gayesi, milli teşkilat ve birliğin ortaya çıkış sebebi, gayrimüslim azınlıkları karşı olan hissiyat, yabancıların memleketimizdeki yıkıcı propaganda ve eylemleri üzerinde ayrıntılı ve vesikalara dayanan açıklamalarda bulundum. Generalin bazı garip soruları ile de karşılaştım. Mesela, "Millet akla gelebilecek her türlü girişim ve fedakarlığı başvurduktan sonra da hala başarı sağlanamazsa ne yapacaksın?" verdiğim cevapta- hatıramda aldanmıyorsam- demiştim ki: " Bir millet mevcudiyetini ve istiklâlini kurtarabilmek için düşünülebilen her türlü teşebbüs ve fedakarlığı yaptıktan sonra başarıya ulaşır. Ya başaramazsa demek o milletin ölmüş olacağına hükmetmek demektir . Öyleyse millet yaşadıkça fedakârca teşebbüslerine devam ettikçe başarısızlık da mevzu bahis olamaz."
Sayfa 156
19. Yy da bir Rus yazarın Türkler hakkındaki düşüncesi
... şu tatlı zevk düşkünlüğünden gözü dönen Türklerin eziyetlerinden çocuklar da nasibini alırmış; onlara ettikleri eziyetler yavruları henüz analarının karnındayken söküp almaktan, minicik bebekleri şöyle bir yukarı hoplatıp analarının gözleri önünde süngüleri ile yakalamaya değin varırmış. Ki en tatlı hazzı da annelerin gözlerinden alırlarmış. Ah bir de beni pek çok ilgilendiren bir tablo vardı. Gözünde bir canlandır. Tir tir titreyen annesinin kollarında el kadar bir bebek etraflarında da içeri giren Türkler... Neşeli bir numara yapmak düşüyor akıllarına: Bebeği okşuyor, gülsün diye gülüşmeye koyuluyorlar ve beceriyirlar da bebek gülüveriyor. Hemen o anda Türk tabancasını bebeğin yüzüne doğrultuyor. Namlu ile yavrucak arasında yalnız 4 verşok mesafe kalmasına dikkat ediyor. Minik oğlan keyifli keyifli gülerek ufacık ellerini tabancaya uzatıyor. Sanatçımız o anda yavrucağın. Tam kafasına doğru nişan alarak tetiğe asılıyor. Bebeğin kafası paramparça oluyor. Pek sanatsal değil mi? Bu arada Derler ki Türkler tatlıya bayılırmış...

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
TOPLUMSAL ALANDA KADIN VE ERKEK (Başlığı içinde) Kadın - erkek diyaloğunu, yakın çağın edebi ürünleri içinde ancak roman ve hikaye verir. Türk edebiyatında ise bu diyalog (daha doğrusu dialog bozukluğu) romanın kurgusunu abartmaktadir. Sebebi ise 1960'lara kadar, kadın ve erkekler toplumunun ayrı yaşayan bireyleri oldukları için, romanlarda realist bir diyalog düzeni kuramamaları ve gerçekçi üsluba sahip olamamalarıdır. Bu nedenle 19.yy ve 20.yy başında, Türk halkının bölgeden bölgeye ve sınıftan sınıfa nasıl farklı renklere sahip olduğunu yeterince gözleyemiyoruz. Osmanlı toplumunda olmayan unsur kadın ve erkeğin beraberliğidir. Sözünü ettiğimiz durum, bu güne kadar etkisi süren ilginç bir boyuttur. Kadının serbestlik derecesini tartışmıyoruz. Hiçbir zaman 16.-17. yüzyıllarda İstanbul kadınının Batı daki kadınlardan daha çok baskı altında olduğu, kafes arkasında kaldığı kanısında da değiliz. Belge ve bilgilerde bu kanaatimizi destekliyor. Ama bu, iki cinsiyetin diyaloğu açısından bir şey ifade etmiyor, bu toplumda kadınla erkeğin beraberliği yoktu ve halen de aksayan bir beraberlik. Geçmişte bu toplumda kadın ve erkekler ayrı eğleniyorlardı.
Reklam
Geri112
188 öğeden 181 ile 188 arasındakiler gösteriliyor.