“Mesela, bir bilinmez varlığa inanan Comte ve Spencer, agnostik sayılmışlardır.”
Soru: “Bilinmez bir varlık bilinmiyorsa, bilinmeyen bir varlığın bilinmediğinin bilgisi ortaya çıkar. Eğer agnostisizm bilinmezlik ise bilinmeyenin, bilinmediğini bildiği için kendisini çürütmüş olmaz mı? Çünkü bilinmeyeni bildiği zaman bilmek ortaya çıkar ve bilinemeyen denen şey, bilinemez denilerek bilinemez olmadığı, tam tersi bilinemez denilerek bilinmiş olduğu sonucuna varılır. O hâlde, bilinen bir şeyin bilinemez olmasının mantığı nedir?
İnsan kendini bilmesi, insanlık tarihinin, yani nereden geldiğini anlamasıyla başlar. Geldiği yeri bilmeyen, gitmesi gereken yeri de bilmez ve bilinmezlik içinde kaybolmuş biri, insan olmaz.
Ölüm, biz insanlar için ne anlam ifade ederdi? Yeniden doğuşu mu? Başka bir diyara gidiş bileti mi? Yoksa tamamen bir yok oluş muydu ölüm?
Ölüm sadece bilinmezlikti insanlar için. Tatmadan öğrenmeyeceğin, bir sondu ölüm. Peki ölümü korkunç kılan neydi? Ölümden korkma sebebimiz, bir bilinmezlik olmasaydı. İnsan bilmediği şeyden korkardı.
İnsan bildiğini sever, bilmediğine ise düşman olur. Çünkü bilinmezlik her zaman için insan yaşamını tehdit eder. Bilinç, bilmediği her şeye karşı mesafeli, temkinli hatta tepkilidir.
İbn Ataullah İskenderî buyurur:
"Kendi varlığının tohumunu bilinmezlik toprağına göm de adsız sansız ol! Çünkü toprağa karışıp kaybolmayan tohum yeşerse de fayda vermez."
İnsanın hayatı, gerçekleşme anı şüpheli bir tehlikenin tehdidi altında kalırsa bu hal gerçekleşeceği kesin bir beladan daha korkunçtur. Çünkü insan ne zaman, neye uğrayacağını bilemediğinden bu bilinmezlik içindeki rahatsızlığı daha dayanılmaz olur.