Zeki Müren diyor ya:"Ah bu şarkıların gözü kör olsun"
". Birilerini özlemekten alıkoyabiliyor insan kendini, en azından hasreti görmezden gelebiliyor. Bir de hatıraları tetikleyen kendini bilmezler olmasa. Özlenen kişiyle beraber adımlanmış caddeler, onu yahut o günleri anımsatan filmler, şarkılar ve galiba en fecisi de rüyalar.."
..fikirmiş falan, bende yok öyle şeyler! bir tanecik fikir bulamazsınız bende! ve benim gözümde hiçbir şey, ama hiçbir şey, şu fikir denen şeylerden daha aşağılık, daha boktan, daha tiksinç değildir! kütüphaneler ağzına kadar fikir dolu! kafelerin bahçeleri de!... bütün çöpten çelebiler fikir zengini olmuş!... hele o felsefeciler!... tabii fikir deyip geçmeyin, heriflerin geçim kaynağı!... gençlerin aklını alıyorlar fikirlerle! hepsini bağlamış pezevenkler!... eh gençler zaten dünden hazır önüne konanı yalayıp yutmaya... her boku şaahaaneeee bulmaya! pezevenklerin işi çocuk oyuncağı tabii! ömrü hayatlarının en deli zamanları, bu çocuklar ne yapıyor, anca ya çadır dikiyor ya “ fikirleeerle ” gargara!... fikir dediğim de başka şey değil Beyefendi, felsefe işte!... bunların işleri güçleri felsefe!... bayılıyorlar kandırılmaya, yavru köpek gibi bunlar, onlar da bayılır ya sopalara, kemik zannederler, yeter ki birileri fırlatsın, bunlar da peşinden koştursun! atlasınlar oradan oraya, havlasınlar, ömürlerini tüketsinler, dünya bu!... ah o üçkâğıtçı şerefsizler yorulmak da bilmezler ki üstelik, sabah akşam oynatırlar gençleri parmaklarında... içi kof bir sürü felsefi sopaları var bunların, fırlatır dururlar... gençler de yakalayacağım diye helak olurlar oradan oraya!...
Reklam
Erkekler üstün taraf olmaktan tuhaf bir zevk alırlar, oysa davranışlarının nedeninin açık seçik anlaşıldığını çoğu kez bilmezler.
Sayfa 24
Buz gibi bir sesle: - Mösyö! Siz kimsiniz? - Bir Allah dostu. - Rejimimizi ve kanunlarımızı yargılama hakkının nereden alıyorsunuz? - Hani Fransa'da rejimi ve kanunları tartışmak serbestti. Bunu bizzat kendini söylediniz yoksa yanlış mı hatırlıyorum? - Beni gerçekten şaşırtıyorsunuz mösyö! Hayatımda sizin gibisine hiç rastlamadım. Lütfen söyler misiniz, nerelisiniz? - Ah mösyö, ah mösyö! Yine kalıplarla düşünüyorsunuz. Tabii buna düşünmek denirse... Madem Çok merak ediyorsunuz, söyleyeyim: Ben, dünyalıyım mösyö. Fransızca'yı en az sizin kadar konuşabildiğim için Parisliler, beni Fransız sanıyorlar; Sudanlı kölem Ali, beni Arap zanneder; Kahyam, Romalı çünkü Arapçayı da İtalyancayı da onlardan güzel konuşurum. Yunanlı cariyem Heydi de beni Rum sanır. Çünkü bu zavallılar kendi dillerinden başka dil bilmezler.
Sayfa 341 - Timaş 1998Kitabı okudu
Doktor Damien’in arkadaşı olduğu için iki dolar gibi komik bir ücret ödedim. Kadın doktora durumumu anlattım: “Hikmaduwa’da bir klinikte çalışan doktor bana bu ilaçları verdi.” İlaçlarını eline alarak incelemeye başladı ve sonra kahkaha attı. “Bu ilaçlar öksürük için, hahaha!” “Gerçekten muhteşem klinikleriniz var Sri Lanka’da.” “Küçük kliniklere gitmemelisin. Onlar bir şey bilmezler. Sen nerelisin?” “Türküm.” “Tarkaaaan! Ah Tarkan… İlk ve tek aşkım,” dedi ve önündeki bilgisayardan Tarkan şarkısı açtı. Sri Lanka’nın ücra köşesi Moratuwa’da bir hastanede kadın Tarkan diye sayıklıyordu… Tarkan’ın gerçekten ne kadar büyük bir sanatçı olduğunu yine anlıyordum.
Ah Baba!
Bilmezler ki, karınca ezmez lakabı aslında mahallenin en delikanlılarına verilir. Kunduranın ucuna basarak ve denge sağlamak için kolları hafif açarak önüne bakıp dolaşmak serserilerin harcı değildir.
Sayfa 56
Reklam
Ah şu acizler! Şu maymunların tırmanışına bakın! Birbirlerinin üstünden geçip yukarı tırmanmak isterler ama daha çok batağa ve çukura yuvarlanırlar. Hepsinin gözü 'taht'tadır. Mutluluğun yalnız taht üzerinde bulunabileceğini düşünürler! Ama bilmezler ki çoğunlukla tahtın üzerinde bataklık vardır ve çoğunlukla taht, bataklığın üstünde durur. Bunların hepsi, bu tırmanan maymunlar ve bu azgınların hepsi bence delidir. Putlar pek kötü kokar. Bu insanların hepsi, bu puta tapanlar, burnuma kötü kokar.
Ah bu hormonlar!
"İnsanlar delidir!" dedim. "Neyi niçin yaptıklarını bilmezler. Beyinlerinde bir diktatör vardır, onları hormonları yönetir ama bunun farkında olmazlar, kendi iradeleriyle davrandıklarını sanırlar..."
"Ah, bilmezler ki kadınlar kocalarını şefkatle bekleyen kocalarını.. evlerinde çocuklar bahşeden kadınlar, bir çocuğu yapayalnız, savunmasız, adeta deney masasında doğurmanın ne demek olduğunu bilmezler ki!"
BİLİYOR MUSUN?
Onlar habersizlerdir ki ölürken bile ellerinden alınan kuvvetin büyüklük ve saltanatından gafil olarak, fark etmeksizin bunu teslim ederler; teslim ettikleri bu kuvvetin, hayat denilen dünyanın en tantanalı bir kuvveti olduğunu bilmezler... Fakat bunların yanında öyleleri de vardır ki bu hayatın en ehemmiyetsiz bir rengine bile ruhları kan
Reklam
Ah şu 21. yüzyılın insanları! Kader kaydeder, bilmezler mi? Tanrının sabrına hayranım.
Gerçek, geçicidir; biçim, yıpranıp ufalanıcıdır; ancak hayal kalıcıdır! Bu demektir ki varlık bir var oluştur; belirir, biter. Fakat hatıra ikinci var oluştur ki ister eksik ister gedik, birincisinden uzun sürüyor. Yaşayanlara, yaşamın biteceğini, ölmüşlere dikili mezar taşı ile ah eden servi ile, kubbeli türbe ile, destekli heykel ile, çatılı müze ile o öğretiyor! Onlara bakarak yaşayanlar, biliyorlar ki ölecekler! Fakat bir yandan da gene onlar, bir notanın ahengini ve bir kitabın yazısını duyarak öğretiyorlar ki ölmüşler ölmezler. Artık hiçbir şeyi bilmezler sanılan onlar, bu yeryüzünde şu bu izler ve işaretlerle işte görülüyor, hâlâ diridirler! Evet, fakat ölmüşler bunun böyle olduğunu yattıkları yeraltında hâlâ at duyabiliyorlar mı? Türbe, müze gerçekle hayalin, "ölmüş"le "kalan"ın birbirine sarmaş dolaş olup görenlere acımak ve sevinmek sarhoşluğunu bir arada veren işte böyle garip kaynaklardır. Ölüm ve dirim dramının en dokunaklı serüvenleri onların anlattıklarıdır.
Sayfa 26 - YAĞMUR YAYINLARIKitabı okudu
-ah, bilmez ki kadınlar, kocalarına, şefkatle bekleyen kocalarına evlerinde çocuklar bahşeden kadınlar, bir çocuğu yapayalnız, savunmasız adeta deney masasında doğurmanın ne demek olduğunu bilmezler ki!
Ne isterdim? Evet, beni ne mesut edebilirdi? Şu sayfaları onlardan biri okusa beni hemen şımarık ve kendi tabirlerin­ce kötü anlamıyla serbest bulurdu. Halbuki bilseler ki bu şımarık, bu müşkülpesent, bu bencil zannedilen Pervincik ne kadar alçakgönüllü, ne kadar mahcup, ne derece kendinden memnun olmayan birisidir. Bunu bilseler... Hayıı; bilmezler, dünyada herkeste birbiri hakkında mevcut olan yanlış fikirler gibi, beni de böyle bir zanla haksız yere mahkum ederler. Ben bencil, ben serbest ha... Lakin ben bu mernlekette mesut olmak için artık hayattan, zevkten, seyrandan vazgeçtim. Beni aniayacak ve sevebileceğim ciddi, şefkatli, sadık bir kocam olsa... Ah, bir kere bu adamı bulabilsem, bununla nasıl yetinir ve mutlu olurdum. Beni kahreden, helak eden şeyse bu hayat içinde böyle bir erkek olsa bile ona tesadüf ihtimalinin olmaması ve tesa­düf edilse bile birbirimizi anlamak ve hayatlarırnızı birleş­tirmek imkanının yokluğudur; demek böyle, bu boş hayat içinde, rüzgarın, güneşin sert etkilerine karşı muhtaç olduğu ilgiden mahrum kalarak solup, kuruyup mahvolan fidanlar gibi yok olmaya mahkum bir hayatım var; bunu biliyorum ve işte beni bu harap ediyor.
Çocuğa her şey anlatılabilir, her şey… Büyüklerin çocukları, hatta ana babaların kendi çocuklarını ne kadar az anladıklarını düşünerek şaşıyordum. Küçük olduklarını, henüz öğrenme çağında olmadıklarını bahane ederek çocuklardan hiçbir şey gizlenmemeli. Ne hazine, ne bahtsız bir düşünce! Babalar, çocuklarını pek küçük, bir şeyden anlamaz sanarak her şeyi gizledikleri hâlde, onlar her şeyi anlıyorlar. Büyükler, bir çocuğun en zor bir işte bile pek önemli öğütlerde bulunabileceğini bilmezler. Ah, Tanrım! Bu güzel, küçücük kuşcağız size güvenle, mutlulukla bakarken onu aldatmak ayıp değil mi! Onları kuş diye tarif ediyorum, çünkü dünyada onlardan daha iyi kuş yoktur.
Resim