Siz erkekler bir bakışın, bir el sıkışın ne tatlar verdiğini bilmezsiniz... Bense, yemin ederim, senin sesini dinlerken, öyle derin, öyle garip bir mutluluk duyuyorum ki en ateşli öpüşler bu mutluluğun yerini tutamaz.
Kendinizi bu akışa bırakın albayım.
Zaten kaç kişi kaldık şurada:
-Bakın insanlık da öldü.
…
Siz bilmezsiniz Albayım:
-İnsanlık tek başıma kollarımda can verdi.
Yanında kimseler yoktu.
"... Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz."
"Savaş, hoşunuza gitmediği hâlde, size farz kılındı. Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz. Allah bilir siz bilmezsiniz."
(Bakara: 216)
Siz beni bilmezsiniz. Ben bir kiraz ağacıyım, pembe çiçekli. Siz bir yazıcı, bu yaşa değin bir kiraz ağacının altında oturduğunuz bile şüpheli. Erken tarihli bir Osmanlı çinisinde mavi bir lâlenin cezbesindesiniz en fazla. Açık renkli ipek bir kumaş üzerinde giderek büyüyen mor bir mürekkep lekesi gibi, bir minyatür sükûnetine sızmış bir hayat sizin hayattan anladığınız. Bu yüzden aynı anda yazılan iki yazının, birbirine uzaklığı kadar uzak, yazıcının kalbine yakınlığı kadar yakınız nihayetinde. Siz bir yazıcı, ben bir kiraz ağacı, pembe çiçekli…
"Kimi gün öyesine yalnızdım
Derdimi annemin fotoğrafına anlattım.
Annem
Ki beyaz bir kadındır
Ölüsünü şiirle yıkadım.
Bir gölgeyi sevmek ne demektir bilmezsiniz siz bayım
Öldüğü gece terliklerindeki izleri okşadım.
Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
Acının ortasında acısız olmayı,
Kalbim ucu kararmış bir tahta kaşık gibiydi bayım."